EHL-İ SÜNNET VE'L-CEMAAT

EHL-İ SÜNNET VE'L-CEMAAT

 

Sözlükte Sünnet:

Sözlükte fiil olarak: "Senne'l-emra" bir işi açıkladı anlamındadır. Sünnet, ister övülen, ister yerilen olsun izlenen yol ve gidiş anlamındadır. Peygamber - sallallahu aleyhi ve sellem-'ın şu hadisinde bu anlamıyla kullanılmıştır: "Sizden öncekilerin yollarına (senen) karış karış ve arşın arşın uyacaksınız." (Buharî ve Müslim) Yani din ve dünya ile ilgili yollarını izleyeceksiniz.

Peygamber efendimizin şu hadisinde de bu anlamda kullanılmıştır: "Kim İslam 'da güzel bir sünnet ortaya koyarsa, ona hem o sünnetin ecri, hem de ondan sonra onunla amel edenlerin ecri -onların ecirlerinden bir şey eksiltilmeksizin- verilir.  Kim de İslam'da kötü bir sünnet ortaya koyarsa..." (Müslim) yani bir yaşayış şekli, tarzı ortaya koyarsa demektir.9

Terim Olarak Sünnet:

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'ın ve ashabının ilim, itikad, söz, davranış ve takrir (yapılıp da itiraz etmedikleri) hususlarda izledikleri yol demektir.

Sünnet aynı zamanda ibadet ve itikatlardaki sünnetler hakkında da kullanılır. Sünnetin karşıtı bid'attir. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: "Gerçek şu ki sizden benden sonra yaşayacak olanlar pek çok ayrılıklar görecektir. Size benim ve doğru yolda hidayet üzere bulunan halifelerin sünnetine bağlanmanızı tavsiye ederim."10

Cemaat:

Sözlük anlamıyla cemaat, bir şeyin parçalarını birbirine yaklaştırmak suretiyle, katmak ve eklemek demek olan cem'den alınmıştır. Ben onu cem ettim o da cem oldu, denilir.

Cemaat, içtimadan türemiştir. Ayrılıp dağılmanın ve ayrılığın zıttıdır.

Cemaat çok sayıdaki insan topluluğu demek olduğu gibi, belli bir maksat etrafında toplanmış bir kesim insan anlamında da kullanılır. Yine cemaat herhangi bir iş üzere toplanmış olan topluluk demektir.11

Terim Olarak Cemaat:

Müslümanların cemaati demek olup, bunlar da ashab, tabiîn ve kıyamet gününe kadar onlara güzel bir şekilde uyan, kitab ve sünnet etrafında toplanmış, Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in zahiren ve batınen gittiği yolu izleyen bu ümmetin selefi demektir.

Yüce Allah mü'min kullarına cemaat olmalarını, birbirleriyle kaynaşıp yardımlaşmalarını emr ve teşvik etmiş, onlara tefrikayı, ayrılığı ve birbirini boğazlamayı yasaklamıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın ipine topluca sarılın ve ayrılmayın." (Al-i İmran, 3/103),

"Siz kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın." (Al-İmran, 3/105)

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- da şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz bu ümmet yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bunların yetmişikisi ateşte, bir tanesi ise cennette olacaktır ki o da cemaattir."12

"Cemaatle birlikte olmaya bakınız, tefrikadan uzak durunuz. Şüphesiz şeytan tek başına kalanla beraberdir. İki kişiden ise nisbeten uzaktır. Kim cennetin geniş yerini istiyor ise o halde cemaatten ayrılmasın."13

Yüce sahabi Abdullah b. Mes'ud -radıyallahu anh- da şöyle demiştir: "Cemaat tek başına olsan dahi hakka uygun düşen şeydir."14

Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat:

Buna göre ehl-i sünnet ve'l-cemaat, Peygamber, -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetine, ashabının ve onların yollarını izleyenlerin sünnetine itikad, söz ve amel hususlarında sımsıkı sarılanlar ile bu şekilde dosdoğru tabi olup, bid'atlerden uzak duran kimselerdir. Bunlar kıyamet gününe kadar ilahi yardıma mazhar olarak kalacaklar, varlıklarını sürdüreceklerdir. Bunlara uymak hidayet, muhalefet etmek ise sapıklıktır.

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat birtakım nitelik ve özellikleriyle diğerlerinden ayrılırlar. Bunların bazıları şunlardır:

1- Ehl-i sünnet ve'l-cemaat ister itikad, ister ahkam, ister yasayış bakımından ifrat ile tefrit, aşırı gitmek ile katılık arasında vasat ve itidal üzere olanlardır. O halde bu ümmet diğer ümmetler arasında vasat olduğu gibi, onlar da bu ümmetin fırkaları arasında vasat olanlardır.

2- Dinin hükümlerini sadece kitab ve sünnetten alırlar. Bunlara gereken önemi verirler. Bunların nasslarına teslim olur ve selef yönteminin gereklerine göre bunları kavrarlar.

3- Onların, sözlerinin tamamını aldıkları ve ona uymayan herşeyi bir kenara bıraktıkları, Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in dışında tazim ettikleri herhangi bir imamları yoktur. Rasulullah'ın hallerini, sözlerini ve fiillerini insanlar arasında en iyi bilenler onlardır. Bundan dolayı insanlar arasında sünneti en çok seven, ona tabi olma gayretini en çok ortaya koyan ve bu sünnet ehlini en çok sevenler de onlardır.

4- Din hususunda düşmanlıkları terkederler, düşmanlık yapanlardan uzak kalırlar. Helal ve haram meselelerinde tartışmayı bir kenara bırakırlar, dinin tamamını esas alır ve kabul ederler.

5- Selef-i Salih'i tazim eder, selef yolunun en esenlikli, en ilme uygun ve en muhkem olduğuna inanırlar.

6- Tevili kabul etmezler, şeriata teslim olurlar. Bununla birlikte nakli, akıldan (zihni tasavvurlar) öncelikli kabul ederler ve ikincisinin, birincisine boyun eğmesini sağlarlar.

7- Aynı mesele ile ilgili değişik nassları birlikte ele alırlar ve müteşabih olanları muhkem'in ışığında anlamaya çalışırlar.

8- Hak üzere sebatları, akide hususları üzerinde ittifak edip, değişip duran kanaatlere sahih olmamaları, ilim ve ibadeti şahıslarında toplamaları, Allah'a tevekkül etmekle birlikte sebeplere yapışmaları, dünya nimetlerini elde ederken dünyaya karşı zâhidâne yaşayışları, korku ile ümit, sevgi ile buğz duygularını birlikte taşımaları, mü'minlere karşı merhametli ve yumuşak olmakla birlikte, kafirlere karşı ise sert ve haşin olmaları, zaman ve mekanın değişmesi ile birlikte değişikliğe uğramamaları suretiyle hakka hidayet eden ve dosdoğru yolu gösteren salihlerin önderleridirler.

9- Onlar İslam, sünnet ve cemaatin dışında herhangi bir isim almazlar.

10- Sahih akideyi, dosdoğru dini yaymaya, insanlara bunları öğretip, doğruya iletmeye, onlara içten nasihat edip, onların işleriyle ilgilenmeye önem verirler.

11- İnsanların sözlerine, inançlarına ve davetlerine karşı, insanlar arasında en çok sabredenler, tahammül gösterenler onlardır.

12- Cemaate ve kaynaşmaya çokça gayret ederler, buna davet eder, insanları buna teşvik ederler. Ayrılıkları ve tefrikayı bir kenara bırakırlar, insanları bunlardan sakındırırlar.

13- Yüce Allah onları birbirlerini tekfir etmekten korumuştur. Başkaları hakkında da ilme ve adalete uygun olarak hüküm verirler.

14- Birbirlerini severler, birbirlerine karşı merhametlidirler. Kendi aralarında yardımlaşırlar, birbirlerini tamamlarlar. Ancak dini esaslara bağlı olarak başkalarını dost ya da düşman bilirler. Özetle ehl-i sünnet ve'l-cemaat, insanlar arasında huyları en güzel olanlar, yüce Allah'a itaat etmek suretiyle nefislerini temizlemeye en çok gayret gösterenlerdir. En geniş ufuklu insanlar, en uzak görüşlüler, başkalarının görüş ayrılıklarına en çok tahammül gösterenler, bunun adabını ve usulünü en iyi bilenler onlardır.

Özetle söylenecek olursa, ehl-i sünnet ve'l-cemaat'in anlamı şudur:

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in fırkalar arasında kurtuluşu vaadettiği kesimdir. Bu vasfın eksenini ise sünnete uymak ve sünnette gelmiş olan itikad, ibadet, hidayet yaşayış ve ahlaka tabi olup, müslüman topluluğuna bağlı olmaktır. Böylelikle ehl-i sünnet ve'l-cemaat'in tanımı, selefin tanımının dışına çıkmamaktadır. Selefin ise kitab ile amel eden, sünnete sımsıkı sarılan kimseler olduklarını öğrenmiş bulunuyoruz. O halde selef, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in kastettiği ehl-i sünnet, ehl-i sünnet de selef-i salih ile onların yolları üzerinden giden kimselerdir. İşte ehl-i sünnet ve'l-cemaat'in özel tanımı budur. Bid'atçi ve hevalarının peşinden giden hariciler, cehmiye, mürcie, rafıziler ve diğer bid'at ehlinden olan bid'atçi kesimler bu kapsamın dışında kalmaktadır. Çünkü burada sünnet bid'atin karşısında, cemaat de tefrikanın, ayrılığın karşısındadır. İşte cemaate bağlanmak ve tefrikadan ayrılmak hususunda varid olmuş hadislerden maksat da budur.

Abdullah b. Abbas -radıyallahu anhuma-'nın yüce Allah'ın: "O günde kimi yüzler ağaracak, kimi yüzler kararacaktır. " (Al-i İmran, 3/106) buyruğunu tefsir ederken söylediği:

"Ehl-i sünnet ve'l-cemaat'in yüzleri ağaracak, bid'at ve tefrika ehli kimselerin yüzleri ise kararacaktır."15  şeklindeki açıklamasında kastettiği de budur.

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat'in genel kapsamlı anlamına gelince, rafızilerin dışında İslam'a intisab edenlerin hepsi girer.

Kimi zaman bid'at ehli ve hevalarının peşinden giden birtakım fırkalar hakkında da ehl-i sünnet ve'l-cemaat denildiği olur. Çünkü bunlar sapık fırkalar karşısında itikadi birtakım meselelerde katıksız ehl-i sünnet'e uygun kanaat belirtirler. Ehl-i sünnet alimleri tarafından bu anlamı ile kullanımı azdır. Çünkü bu sadece birtakım itikadi meseleler ile kayıtlıdır ve muayyen birtakım taifelere karşılık kullanılan bir isimdir. Mesela, hilafet ve ashab-ı kiram meselelerinde rafızilerin karşısında ehl-i sünnet vasfının kullanılması ile diğer itikadi meseleler hakkında kullanılması buna örnek gösterilebilir. Ehl-i sünnet'in karşısında ehl-i bid'at yer alır. Bunların belli başlıları ise hariciler, rafıziler, mürcie, kaderiye ve cehmiye olmak üzere beş fırkadırlar. Buna göre selef-i salih tabiri muhakkik ehl-i sünnet alimlerinin ıstılahında, ehl-i sünnet ve'l-cemaat ile eş anlamdadır. Aynı şekilde onlar hakkında ehlu'l-eser, ehlu'l-hadis, et- taifetu'l-mansura (ilahi yardıma mazhar kesim), el-fırkatu'n-naciye (kurtuluşa eren fırka), ehlu'l-ittiba' (sünnete tabi olanlar) isimleri de kullanılır. Bu isim ve tabirler selef alimleri tarafından çokça kullanılır.16

 

EHL-İ SÜNNET VET-CEMAAT AKİDESİNİN ÖZELLİKLERİ

Selef-i Salih'in Akidesi Neden Uyulmaya Daha Değerdir? Sahih akide bu dinin esasıdır. Bu esas üzere yükselmeyen herbir yapı sonunda yıkılıp, gider. İşte bundan dolayı Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in ömrü boyunca bu akidenin esaslarını yerleştirmeye ve temellerini derinleştirmeye çokça önem verdiğini görüyoruz. Bu ise sağlam bir kaide ve güçlü bir temel üzerinde insanların yapılarını yükseltmek içindir.

Kur'an-ı Kerîm, Mekke döneminde onüç yıl boyunca değişmeksizin tek bir mesele üzerinde durarak inmeye devam ettiğini görüyoruz. Bu da akide ve yüce Allah'ı tevhid meselesidir. İşte bundan dolayı ve önemli olduğu için Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Mekke döneminde yalnız ona davet ediyor ve ashabını onun üzerinde eğitiyordu.

Selef-i Salih'in akidesini incelemenin önemi saf ve temiz akidenin açıklığa kavuşturulması ile insanların tekrar ona dönmesi uğrunda ciddi çalışmanın zorunluluğu, değişik fırkaların sapıklıklarından ve cemaatlerin ayrıklıklarından onları kurtarmanın zorunluluğunun büyük öneminden kaynaklanmaktadır. İslama davet edenlerin ilk davet etmeleri gereken esas budur.

Selef-i Salih'in Yöntemine Uygun Akide:

O halde selef-i salih'in yöntemine uygun akidenin önemini ortaya koyan ve ona sımsıkı sarılmanın zorunluluğunu gösteren birtakım ayırıcı nitelik ve özellikleri bulunmaktadır. Bu özelliklerin en önemlilerinden bazıları şunlardır:

1- Evvela bu akide tefrikadan ve grublara ayrılmaktan kurtuluşun genel olarak müslümanlığın saflarını, özel olarak da alimlerin ve davetçilerin saflarını birleştirmenin yoludur. Çünkü bu akide yüce Allah'ın vahyi, O'nun Peygamberi -sallallahu aleyhi ve sellem'in getirdiği hidayet ve ilk şerefli nesil ashab-ı kiram'ın izlediği yoldur. Bu esasın dışındaki herbir toplanma neticede -bugün müslümanlanın halinden gördüğümüz gibi ayrılıktır, anlaşmazlıktır, başarısızlıktır. Şanı yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra peygambere karşı gelir, mü'minlerin yolundun başkasına uyup giderse, onu döndüğü o yolda bırakır ve cehenneme atarız. O ne kötü bir dönüş yeridir!" (en-Nisa, 4/115)

2- Bu akide müslümanları birleştirir, saflarını güçlendirir. Hak üzere ve hakta sözbirliği etmelerini sağlar. Çünkü bu, şanı yüce Allah'ın; "Allah'ın ipine topluca sarılın ve ayrılmayın." (Al-i İmran, 3/103) buyruğunun gereğini kabul etmek demektir. Bundan dolayı müslümanların ayrılıklarının en önemli sebepleri arasında yöntemlerinin farklı oluşu ve bilgi kaynaklarının çok oluşudur. Akide ve bu akidenin öğrenildiği kaynakların bir olması ümmeti birleştirmek için önemli bir sebebtir. Tıpkı bu ümmetin ilk nesli arasında gerçekleştiği gibi.

3- Selef-i Salih'in akidesi müslümanı doğrudan yüce Allah'a ve O'nun Rasulüne bağlar. Onlara sevgi ile bağlar ve onları ta'zime iter. Allah ve Rasülünün önüne geçmemeyi öğretir. Çünkü selefin akidesinin esası, heva ve şüphelerin oyuncağı olmaktan uzak bir şekilde "Allah buyurdu, Rasülullah buyurdu" tavrıdır. Felsefe, mantık, akılcılık gibi yabancı etkilerden ve başka birtakım kaynakların yönlendirmesinden uzaktır.

4- Bu akide gayet kolaydır. Anlaşılır bir akidedir ve nettir. Karışıklığı yoktur, anlaşılmaz ifadeler taşımaz. Karışık anlatımlardan, nassların tahrif edilmesinden uzaktır. Böyle bir akideye inanan bir kimsenin kalbi rahattır. Ruhu huzur içindedir. Şüphe, vehim ve şeytanlığın vesveselerinden uzaktır. Gözü aydındır böyle bir kimsenin. Çünkü bu akideye inanan bir kişi bu ümmetin peygamberi, ashab-ı kiram'ı -Allah hepsinden razı olsun-nın gösterdiği yol üzerinde yürür. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Mü'minler ancak Allah'a ve Rasülüne iman eden ve sonradan şüpheye düşmeyen, sonra da malları ve canları île Allah yolunda cihad eden kimselerdir. İşte onlar sadık olanların ta kendileridir." (el- Hucurât, 49/15)

5- Bu akide yüce Allah'a yakınlaşmanın, O'nun rızasını elde etmenin en büyük sebeplerinden birisidir. İşte bu özellik ve belirtiler ehl-i sünnet ve'l-cemaat'in değişmez özellikleridir. Hemen hemen her yer ve her zamanda bu özelliklerde farklılık olmaz. Yüce Allah'a hamdolsun.17

 

SALİH SELEFİN (EHL-İ SÜNNET VE'L-CEMAATİN) AKİDESİNİN ESASLARI :

Selef-i Salih'in yolu üzerinde giden ehl-i sünnet ve'l-cemaat itikad, amel ve yaşayış bakımından değişmez ve açık esaslar üzerinde yürürler. Bu esaslar ise yüce Allah'ın kitabı ile mütevatir olsun, ahad olsun Rasülullah'ın bütün sahih sünneti ve ashab, tabiîn ve güzel bir şekilde onlara tabi olan bu ümmetin selef'inin bunları anlayışından kaynaklanır. Dinin esaslarını Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- gönlü rahatlatacak bir şekilde açıklamış bulunmaktadır. Bu hususta hiçbir kimse yeni bir şey ortaya çıkartıp, bunun dinden olduğunu iddia edemez. İşte bundan dolayı ehl-i sünnet ve'l-cemaat bu esaslara sımsıkı yapışmış, bid'at olarak ortaya atılan lafızlardan uzak durmuş, şer'î lafızları kullanmaya gayret etmişlerdir. Bu açıdan, ehli sünnet ve'l-cemaat Selef-i Salih'in gerçek uzuntasıdır. O halde ehl-i sünnet ve'l-cemaat'in kabul ettiği dinin esasları (inanç esasları) aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

 

BİRİNCİ ESAS İMAN ve RÜKÜNLERİ

İman ve Rükünleri:

Selef-i Salih'in yani ehl-i sünnet ve'l-cemaat'in iman esasları ile ilgili inançları, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in Cibril hadisinde haber verdiği şekilde altı esasa iman etmekve onları tasdik etmek diye özetlenebilir. Peygamber bu hususta kendisine soru sormak üzere gelen Cibril -aleyhisselam-'ın imanın mahiyeti ile ilgili sorusuna şöyle cevab vermiştir: "(İman) Allah'a, meleklerine, kitablarına, Rasüllerine, ahiret gününe inanman ve hayrı ile şerri ile kadere iman etmendir.  (Buharî ve Müslim, Kitahu 'l-İman 'da) O halde iman bu altı temel üzerinde yükselir. Bu temelden birisi yıkılacak olursa, elbette ki o insan mü'min olamaz. Çünkü o kimse imanın esaslanndan birisini yitirmiş olur. Nasıl ki bir yapı ancak temel esasları üzerinde yükselebiliyorsa, iman da ancak temel esasları üzerinde yükselir.

İşte bu hususlar imanın rükünleri (esaslan)dır. Kitab ve sünnetin delalet ettiği doğru şekli üzere bütün bunlar gerçekleşmedikçe iman da tamam olmaz. Bunlardan birisini inkar eden bir kişi mü'min değildir.

 

BİRİNCİ RÜKÜN ALLAH'A İMAN

Allah'a iman, Allah'ın varlığına, O'nun, kemal sıfatlarına sahip olup, tek başına ibadete layık olduğuna inanmak, izleri insanın yaşayışında Allah'ın emirlerine bağlanıp, yasaklarından uzaklaşmasında ortaya çıkacak şekilde buna tam anlamıyla kalbinden inanmaktır. Bu İslam akidesinin temelidir, özüdür, esasıdır. Akide'nin diğer bütün esasları ise buna eklenir ve buna tabidir.

O halde Allah'a iman, O'nun varlığına iman etmeyi ihtiva eder. Şanı yüce Allah'ın varlığına fıtrat, akıl, şeriat ve duyular delalet etmektedir. Allah'ın vahdaniyetine, ulûhiyetine, isim ve sıfatlarına iman etmek de Allah'a iman etmenin kapsamı içerisindedir. Bu da üç türü ile tevhidi kabul edip bunlara inanmak ve bunların gereğini yerine getirmekle olur. Tevhidin üç türü ise: 1-Rububiyetin tevhidi, 2- Ulûhiyetin tevhidi, 3- İsim ve sıfatların tevhididir.

1- Rububiyetin Tevhidi:

Her şeyin biricik Rabbinin ve mutlak malikinin Allah olduğuna, ortağının bulunmadığına, tek yaratıcının O olduğuna, bütün kainatı çekip çeviren, işlerini idare eden, onda tasarruf edenin O olduğuna, kulları yaratıp onları rızıklandıran, hayat veren ve canlarını alanın O olduğuna kesin olarak inanmak, Allah'ın kaza ve kaderine, zatında vahdaniyetine yani bir ve tek olduğuna inanmaktır. Bunun özü fiilleriyle Allah'ı tevhid etmek yani birlemektir.

Yüce Allah'ın rububiyetine iman etmenin gereğine dair şer'î deliller pek çoktur. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Alemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun." (el-Fatiha, 1/1);

"Dikkat edin, yaratmak da, emretmek de yalnız O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah'ın şanı ne yücedir!" (el-A'râf, 7/54); "Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan... O'dur. " (el-Bakara, 2/29); "Çünkü şüphesiz ki Allah'tır hem rızkı veren, hem pek çetin kudret ve kuvvet sahibi olan." (ez-Zâriyat, 51/58)

Tevhidin bu türünde Kureyş kafirleri ile çeşitli din ve inanca mensup kimselerin büyük çoğunluğu muhalif kanaat belirtmezler. Hepsi kainatın yaratıcısının tek başına Allah olduğuna iman ederler. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Andolsun, onlara: Göklerle yeri kim yarattı diye sorsan, onlar elbette: Allah, diyeceklerdir." (Lokman, 31/25)

Bir başka yerde de yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Deki: Yer ve oradakiler kimindir? Eğer biliyorsanız (söyleyin). Onlar: Allah'ındır, diyeceklerdir. Sen de ki: O halde siz iyice düşünüp ibret almaz mısınız? De ki: Yedi göğün ve büyük arşın Rabbi kimdir? Allah'ındır, diyeceklerdir. De ki: O halde korkmaz mısınız? De ki: Herşeyin hakimiyeti elinde bulunan, himaye eden fakat kendisine karşı kimsenin himaye altına alınmasına imkan tanımayan kimdir? Eğer biliyorsanız (cevab verin). Onlar: Allah'ındır diyeceklerdir. De ki: öyle ise nasıl olur da aldanıyorsunuz? Hayır biz, onlara hakkı getirdik, onlar ise muhakkak yalancıdırlar." (el-Mu'minûn, 23/84-90)

Bunun böyle olmasının sebebi, kulların kalblerinin fıtraten Allah'ın rububiyetini kabul edecek şekilde yaratılmış olmasıdır. Bundan dolayı tevhidin türlerinden ikincisini de kabul etmedikçe, rububiyetin tevhidine inanan bir kimse muvahhid olmaz.

2- Ulûhiyetin Tevhidi:

Kulların fiilleriyle, yüce Allah'ı bir ve tek olarak tanımalarıdır. Buna ibadet tevhidi adı da verilir. Bu anlam itibariyle kesin olarak şu hususlara inanmayı ihtiva eder: Hak ilah kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan 0'dur. O'nun dışındaki bütün mabudlar batıldır. Yalnızca yüce Allah'a ibadet edilmeli, O'na boyun eğilmeli, mutlak olarak sadece O'na itaat olunmalıdır. Kim olursa olsun kimse O'na ortak koşulmamalıdır. Namaz, oruç, zekat, hac, dua, istiane (yardım dileme), adak, zebh (eti yenir hayvanları kesmek), tevekkül, havf, reca (korku ve ümit), sevgi ve buna benzer zahir ve batın (gizli ve açık)

ibadet türlerinden hiçbir şeyin O'ndan başkası için yapılmamasıdır. Allah'a sevgi, korku ve ümitle birarada ibadet olunmasıdır. Bir bölümü ile O'na ibadet edip bir bölümünü dışarda tutmak sapıklıktır.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz." (el-Fatiha, 1/5); "Kim buna dair hiçbir delili bulunmaksızın, Allah ile birlikte başka bir ilaha ibadet ederse, onun hesabı ancak Rabbinin katındadır. Kafirler hiç şüphesiz kurtuluşa eremezler." (el-Mu'minûn, 23/117)

Ulûhiyetin tevhidi bütün rasüllerin kendisine çağırdıkları bir husustur. Önceki ümmetleri helak yollarına götüren bu tevhidin inkarıdır. Dinin başı, sonu, içi ve dışı ulûhiyetin tevhididir. Rasüllerin ilk ve son çağrısı budur. Bunun için rasuller gönderilmiş, kitablar indirilmiş, cihad maksadıyla kılıçlar çekilmiş; mü'minlerle kafirler, cennet ehli ile cehennem ehli birbirinden ayrılmıştır. İşte; "Allah'tan başka ilah yoktur" cümlesinin anlamı budur.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Senden önce gönderdiğimiz herbir peygambere mutlaka şunu vahyederdik: Benden başka ilah yoktur, o halde yalnız bana ibadet edin." (el- Enhiya, 21/25)

Rubûbiyetin tevhidi, ulûhiyetin tevhidini gerektirir. Çünkü yaratıcı, rızık verici, malik, tasarrufta bulunan, hayat veren, öldüren, bütün kemal sıfatlarına sahih, hertürlü eksiklikten münezzeh, herşey elinde bulunan bir Rabbin, aynı zamanda hiçbir ortağı bulunmayan ve ibadetin yalnız kendisine yöneltildiği mutlak bir ilah olması da gereklidir.

Yüce Allah: "Ben cinleri de, insanları da ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." (ez- Zâriyat, 51/56) diye buyurmaktadır. Çünkü müşrikler bir ve tek ilaha ibadet etmiyorlardı. Onlar birden çok ilaha ibadet ediyorlar ve bunların kendilerini yüce Allah'a yakınlaştırdıklarını ileri sürüyorlardı. Bununla birlikte bu uydurma ilahların fayda ve zarar vermediklerini de kabul ediyorlardı. İşte bundan dolayı yüce Allah rububiyetin tevhidini kabul etmelerine rağmen onları mü'min olarak değerlendirmemiş, aksine ibadette başkalarını kendisine ortak koşmaları dolayısıyla onları kafir olarak değerlendirmiştir.

İşte bu noktada selefin yani ehl-i sünnet ve'l-cemaatin inancı ulûhiyet hususunda başkalarından ayrılmaktadır. Bazılarının kastettiği gibi tevhidin anlamı onlara göre yalnızca Allah'tan başka hiçbir ilah olmamasından ibaret değildir. Aksine onlara göre ulûhiyetin tevhid edilmesi, ancak şu iki esasın varlığı ile birlikte gerçekleşebilir:

1- Bütün ibadet çeşitlerinin yalnızca yüce Allah'a yapılması, yaratılmış hiçbir varlığa yaratıcının hak ve özelliklerinden hiçbirisinin verilmemesi. Buna göre Allah'tan başkasına ibadet edilmez, Allah'tan başkası için namaz kılınmaz, Allah'tan başkasına secde edilmez, Allah'tan başkasına adakta bulunulmaz, Allah'tan başkasına tevekkül edilmez. Şüphesiz ulûhiyetin tevhid edilmesi, ibadetin yalnızca yüce Allah'a yapılmasını gerektirir. İbadet ise ya kalb ile dilin bir sözü yahut ta kalb ile organların bir amelidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir. O'nun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim. "(el-En'âm, 6/162-163);

"Uyanık olun halis olan din yalnız Allah'ındır." (ez-Zümer, 39/3)

2- İbadet yüce Allah'ın ve Rasulünün emrettiğine uygun olmalıdır. Buna göre ibadet boyun eğmek ve itaatin yalnızca O'na yapılması sureti ile Allah'ın tevhid edilmesi "Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur" diye ifadelendirilen şehadetin gerçekleştirilmesi demektir. Rasülullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'a tabi olup, onun emir ve yasaklarına boyun eğmek de "Muhammed, Allah'ın Rasülüdür" şehadetinin gerçekleştirilmesidir. O halde ehl-i sünnet ve'1-cemaat'in yöntemi şudur:

Onlar yüce Allah'a ibadet eder ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Allah'tan başkasından dilekte bulunmazlar, ancak Allah'tan yardım dilerler. Ancak yüce Allah'ın imdatlarına koşmasını isterler. Yalnızca yüce Allah'a tevekkül ederler. O'ndan başkasından korkmazlar. Yüce Allah'a itaat, ibadet ederek ve salih ameller ile yakınlaşmaya çalışırlar. Yüce Allah: "Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın." (en-Nisâ, 4/36) diye buyurmaktadır.

3- İsim ve Sıfatların Tevhidi:

Bu, en güzel isimlerin ve en yüce sıfatların yüce Allah'a ait olduğuna kesin olarak inanmak demektir. O bütün kemal sıfatlarına sahih ve bütün eksik sıfatlardan münezzehtir. O bu özelliği ile bütün varlıklardan ayrı ve eşsizdir. Ehl-i sünnet ve'l-cemaat Rablerini Kur'an ve sünnette gelmiş sıfatlar ile bilip, tanırlar. Kendi zatını kendisini ve Rasulünün kendisini nitelendirdiği sıfatlarla nitelerler. Kelimeleri yerlerinden oynatmaz. O'nun isim ve ayetlerinde ilhâda18  sapmazlar. Yüce Allah'ın kendisi hakkında tesbit ettiğini, herhangi bir temsil, keyfiyetlendirme, ta'til ve tahrife sapmaksızın aynen kabul ederler. Bütün bunlarda uydukları kaide de yüce Allah'ın: "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur ve O herşeyi işitendir, görendir. " (eş-Şura, 42/11) buyruğu ile: "En güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na bunlarla dua edin, O'nun isimlerinde ilhada (eğriliğe) sapanları terkedin. Onlar yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir." (el-A'raf, 7/108) buyruklarıdır.

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat yüce Allah'ın sıfatlarının keyfiyetini sınırlandırmazlar. Çünkü o keyfiyete dair bize bir haber vermiş değildir. Zira yüce Allah hakkında hangi sıfatların söz konusu edilip, hangilerinin sözkonusu edilemeyeceğini yüce Allah'tan başka hiçbir kimse bilemez. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "De ki: Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı?" (el-Bakara. 2/140) Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır; "Artık Allah hakkında örnekler bulmaya kalkışmayın. Çünkü Allah bilir, siz bilmezsiniz." (en-Nahl, 16/74)

Yüce Allah'tan sonra da Allah'ı onun rasulünden daha iyi kimse bilemez. O rasülü hakkında da yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O kendi hevasından bir söz söylemez. O bildirilen bir vahiyden başkası değildir." (en-Necm, 53/3-4)

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat şanı yüce Allah'ın kendisinden önce hiçbir şeyin var olmadığı ilk, kendisinden sonra hiçbir şeyin olmadığı ahir, kendisinden üstün hiçbir şeyin olmadığı zahir, kendisinden öte hiçbir şeyin olmadığı batın olduğuna inanırlar. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O hem ilktir, hem ahirdir, hem zahirdir, hem batındır. O herşeyi en iyi bilendir." (el-Hadid, 57/3)

Yine şuna inanırlar ki; şanı yüce Allah'ın zatı diğer zatlara, varlıklara benzemez. Sıfatları da aynı şekilde diğer sıfatlara benzemez. Çünkü şanı yüce Allah'a benzer, O'na denk, O'na eş olabilecek hiçbir varlık yoktur. O yarattığı varlıklarla kıyas edilmez. Bu bakımdan yüce Allah'ın kendi zatı hakkında tesbit ettiklerini onlar da temsilsiz olarak tesbit ve kabul ederler, ta'til sözkonusu olmaksızın tenzih ederler. Yüce Allah'ın kendi zatı hakkında tesbit ettiğini kabul ettiklerinde, O'nu temsile (başkasına benzetmeye) kalkışmazlar. O'nu tenzih ettikleri vakit de kendi zatını nitelendirdiği vasıfları ta'til etmeye (onları yok gibi kılmaya) da kalkışmazlar.19

Yüce Allah'ın herşeyin kuşatıcısı, herşeyin yaratıcısı, hayatta olan herbir varlığın rızık vericisi olduğuna inanırlar. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Yaratan bilmez mi hiç? O, latiftir, herşeyden haberdardır." (el-Mülk, 67/14);  "Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahihi olan Allah 'tır" (ez-Zâriyat, 51/58)

Yüce Allah'ın yedi semavat'ın üstünde ve yarattıklarından ayrı olarak Arşın üzerinde istiva ettiğine20, ilmiyle herşeyi kuşattığına -kitab-ı kerîm'inde yedi ayrı ayet-i kerîme'de kendi zatı ile ilgili olarak haber verdiği şekilde- ve keyfiyet nisbeti sözkonusu olmaksızın21  inanırlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Rahman arşa istiva etti. " (Taha, 20/5); "Sonra arşa istiva etti." (el-Hadid, 57/4)

Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır; "Göktekinin sizi yere geçirmesinden emin mi oldunuz? O zaman onun durmadan çalkalanmakta olduğunu göreceksiniz, Yahut göktekinin üzerinize taş yağdıran bir rüzgar göndermesinden emin mi oldunuz? Hem benim korkutmamın nasıl olduğunu bileceksiniz. " (el-Mülk, 67/16-17)

Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Güzel söz yalnız O'na yükselir. Onu da salih amel yükseltir." (Fatır, 35/10)

"Üstlerinde her hususta hakim olan Rahlerinden korkarlar. " (en-Nahl, 16/50)

Ta'tîl, Allah'ın sıfatlarını kabul etmemek yahut bazılarını kabul edip geri kalanlarını kabul etmemek demektir. Tahrîf, nassı lafzen ya da mana itibariyle değişikliğe uğratıp onu zahir (kuvvetli) anlamından uzaklaştırıp, ancak zayıf bir ihtimal ile lafzın delalet ettiği bir manaya göre açıklamaktır. Buna göre her tahrif bir ta'tildir, fakat her ta'til bir tahrif değildir. Keyfîyetlendirme: Keyfe (nasıl) diye soru sormak demektir. Temsîl ise, her bakımdan benzerinin olduğunu söyleyerek bir şeyin mislinin olduğunu kabul etmek demektir.

Teşbih: Bir şeye bazı yönleriyle benzeyen bir başka şeyin varlığını kabul etmek demektir. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- da şöyle buyurmuştur: "Ben semadakinin emini olduğum halde, siz bana nasıl olur da güvenmezsiniz?' (Buharî ve Müslim} demiştir.22

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat kürsi ile arş'ın hak olduğuna da inanırlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "...O'nun kürsîsi gökleri ve yeri kuşatmıştır. Onları koruması O'na ağır gelmez. O çok yücedir, çok büyüktür. " (el-Bakara, 2/255)

Arşın ölçüsünü yüce Allah'tan başka kimse bilemez. Kürsi'nin arş'a nisbeti ise büyük bir düzlükte bırakılmış bir halka gibidir. Gökleri ve yeri kuşatmıştır. Allah'ın arş'a da, kürsi'ye de ihtiyacı yoktur. Ona ihtiyacı olduğundan dolayı arş'a istiva etmiş değildir. Aksine bu kendisinin tesbit ettiği sonsuz bir hikmetin bir gereğidir. O arş'a da, arş'ın dışındaki diğer varlıklara da muhtaç olmaktan münezzehtir. Şanı yüce Allah bundan çok daha büyüktür. Aksine arş da, kürsi de, O'nun kudret ve egemenliği ile taşınan iki varlıktır.

Yüce Allah'ın Adem'i elleriyle yarattığına -ki O'nun her iki eli de yemindir- elleri ile -kendi zatım nitelendirdiği gibi- dilediği şekilde infak ederek açık olduğuna inanırlar.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Yahudiler: Allah'ın eli bağlıdır dediler. Söylediklerinden ötürü kendi elleri bağlandı ve onlara lanet edildi. Hayır, Allah'ın iki eli de açıktır. O nasıl dilerse, öyle infak eder." (el-Maide, 5/64); "Kendi ellerimle yarattığıma secdeden seni ne alıkoydu?" (Sâd, 38/75)

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat yüce Allah'ın işitme, görme, ilim, kudret, kuvvet, izzet, kelam, hayat, kadem (ayak), yüz, el, beraber oluş (maiyyet) ve buna benzer gerek kendi kitabında, kendi zatını vasfettiği, gerekse de peygamberi -sallallahu aleyhi ve sellem- vasıtası ile belirttiği sıfatları kabul ederler. Bunların keyfiyetini ancak Allah bilir, biz bilemeyiz. Çünkü O, bize bunların keyfiyetine dair haber vermemiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Muhakkak ben sizinle birlikteyim. İşitirim ve görürüm." (Ta'ha, 20/46)

"O alimdir, hakimdir." (et-Tahrîm, 66/2); "Allah, Musa ile de konuştu. " (en-Nisa, 4/164)

"Celal ve ikram sahibi Rahbinin vechi (yüzü) ise kalıcıdır. " (er-Rahman, 55/27)

"Allah, onlardan razı olmuştur. Onlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır." (el-Maide, 5/119)

"O, onları sever, onlar da O'nu severler. " (el-Maide, 5/54)

"Nihayet onlar bizi öfkelendirince, kendilerinden intikam aldık." (ez-Zuhruf, 43/55)

"Allah... O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. Diridir ve kayyûm'dur." (Al-i İmran, 3/2)

"Allah'ın kendilerine gazab ettiği bir topluluğu... " (el-Mümtehine, 60/13) ve taunlardan başka diğer sıfat ayetleri...

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat mü'minlerin ahirette gözleriyle Rablerini göreceklerine, onu ziyaret edip, kendisinin onlarla, onların da kendisiyle konuşacaklarına da iman ederler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"O günde yüzler var ki apaydınlıktır, Rahlerine bakıcıdırlar. " (el-Kıyame, 75/22-23) Onlar ondördündeki ay'ı görüp, onu görmekte sıkıntı çekmedikleri gibi Rablerini göreceklerdir. Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:

"Şüphesiz sizler görmekte sıkıntı çekmediğiniz ondördündeki ay'ı gördüğünüz gibi, Rabbinizi göreceksinizdir..." (Buhari ve Müslim)

Yüce Allah'ın gecenin son üçte birinde celal ve azametine yakışır bir şekilde gerçek bir nüzul ile dünya semasına indiğine de inanırlar. Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: "Rabbimiz gecenin son üçte biri kaldığı o zamanda her gece dünya semasına iner ve: Kim bana dua eder, duasını kabul edeyim. Kim benden dilekte bulunur, ona vereyim. Kim benden mağfiret diler, ona mağfiret edeyim der." (Buharî ve Müslim)

Yüce Allah'ın kıyamet gününde kulların arasında hüküm vermek üzere celaline yakışır bir şekilde gerçek manasıyla geleceğine de inanırlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Hayır, yer dağılıp zerreler gibi parça parça edildiğinde, Rabbin gelip melekler de saf saf dizildiginde." (el-Fecr, 89/21-22); "0nlar buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerin kendilerine gelivermesinden ve işlerin bitiriliverilmesinden başkasını mı bekliyorlar?" (el-Bakara, 2/210)

Bütün bu hususlar hakkında ehl-i sünnet ve'l-cemaat'in yöntemi yüce Allah'ın ve Rasülünün haber verdiği şeylere tam bir teslimiyetle inanmaktır. Tıpkı İmam Zührî nin - Allah'ın rahmeti üzerine olsun- dediği gibi: "Risalet göndermek Allah'tan, tebliğ etmek Rasülullah'ın görevi, bize düşen de teslimiyet göstermektir." 23

Ve tıpkı İmam Süfyan b. Uyeyne'nin -Allalı'ın rahmeti üzerine olsun- dediği gibi: "Şanı yüce Allah'ın Kur'an'da kendi nefsini vasfettiği şeylerin tefsiri okunduğu gibidir. Bunların keyfiyetsiz ve benzetmeye gitmeksizin tefsir edilmesi gerekir." 24

İmam Şafîi -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demektedir: "Ben Allah'a ve Allah'ın muradı üzere Allah'tan gelenlere, Rasûlullah'a ve Rasülullah'ın muradı üzere Rasulullah'tan gelenlere iman ettim." 25

Velid b. Müslim dedi ki: el-Evzai'ye, Süfyan b. Uyeyne'ye ve Malik b. Enes'e sıfat ve ru'yet ile ilgili bu hadisler hakkında sordum, hepsi de şöyle dediler: "Bunları geldikleri gibi alınız, onlarla ilgili bir keyfiyet düşünmeyiniz." 26

Hicret yurdunun imamı Malik b. Enes -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- der ki: "Bid'atlerden çokça sakınınız." Ona bid'atler nelerdir? diye sorulunca, şu cevabı vermiştir: "Bid'at ehli Allah'ın isimleri, sıfatları, kelamı, ameli ve kudreti hakkında konuşup duran, ashabın ve güzel bir şekilde onlara tabi olanların sustuğu hususlar hakkında susmayan kimselerdir. " 27

Bir adam kendisine yüce Allah'ın: "Rahman arşın üzerine istiva etmiştir, "buyruğu hakkında: Nasıl istiva etti, diye sorunca, şu cevabı vermişti: "İstiva bilinmeyen bir şey değildir. Fakat keyfiyeti akıl ile bilinemez. Ona iman etmek vacibtir, onun hakkında soru sormak bid'attir, Ben senin sapık bir kimse olduğunu görüyorum" dedikten sonra meclisinden dışarıya çıkartılmasını emretmiştir. 28

İmam Ebu Hanife -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demiştir: "Yüce Allah'ın zatı hakkında hiçbir kimsenin bir şey söylememesi gerekir. Aksine Allahı kendi zatını ne ile nitelendirmiş ise, onu öylece nitelendirir. Bu hususta kendi görüşüne dayanarak hiçbir şey söylemez. Alemlerin Rabbi olan Allah'ın şanı ne yücedir!" 29

Ona yüce Allah'ın nüzulü (inmesi) hakkında soru sorulunca da: "O keyfiyetsiz olarak iner" diye cevab vermiştir.30

Hafız İmam Nuaym b. Hammad el-Huzaî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demiştir: "Allah'ı yarattıklarına benzeten kafir olur. Allah'ın kendi zatını, kendisi ile nitelendirdiği şeyleri inkar eden de kafir olur. Yüce Allah'ın kendi zatını kendisi ile vasfettiği şey de, Rasulünün nitelendirdiği şey de asla teşbih değildir." 31

Seleften bir çoğu şöyle demiştir: "İslam ayağı ancak teslimiyet köprüsü üzerinde sebat gösterebilir." 32

İşte zat-ı uluhiyet hakkında ve sıfatları ile ilgili olarak söz söylediğinde -selefin yolunu izleyen bir kimse - bundan dolayı yüce Allah'ın isim ve sıfatları hususunda Kur an-ı Kerîm'in yöntemine bağlanmış olur. Bu yolu izleyen kişi ister selef çağında yaşamış olsun, ister sonraki çağlarda yaşamış olsun.

İzledikleri yol hususunda selefin yoluna muhalefet eden herkes ise Kur'an'ın yöntemine bağlanmamış olur. İsterse o selefin yaşadığı çağda ve ashab ile tabiîn arasında bulunmuş olsun.

 

İKİNCİ RÜKÜN MELEKLERE İMAN

Meleklere iman herhangi bir şüphe ya da tereddüt sözkonusu olmaksızın kesin olarak var olduklarına inanmak demektir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır.

"O peygamber kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü'minler de. Onların her biri Allah'a, O'nun meleklerine, kitablarına, peygamberlerine inandı." (el-Bakara, 2/285)

Meleklerin varlıklarını inkar eden bir kimse kafir olur. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim Allah'ı, meleklerini, kitablarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse artık o hiç şüphesiz uzak bir sapıklığa düşmüştür." (en-Nisa, 4/136)

Bu bakımdan ehl-i Sünnet ve'l-cemaat icmali olarak (topluca, bütün) meleklere inanırlar. Tafsili olarak varlıklarına iman etmeye gelince, bu hususta sahih delil ile bildirilen Allah ve Rasûlünün -sallallahü aleyhi ve sellem- ismen belirttiklerine -vahiy ile görevli- Cebrail, yağmur ile görevli Mikail, Sûr'a üfürmekle görevli İsrafil, ruhları kabzetmekle görevli ölüm meleği, cehennem ateşinin bekçisi Hâzin, cennetin bekçisi Rıdvân, kabir melekleri Münker ve Nekir gibi, isimleri zikredilenlere gelince; Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat bunların varlıklarına iman ederler, bunların manevi varlıklar olmayıp, şahıs ve hissedilen kişilikler olduklarına, Allah'ın nurdan yaratıp, semada sakin olan yarattıklarından bir yaratık türü olduklarına inanırlar.

Meleklerin hilkatleri pek büyüktür. Onların kanatları vardır. Kimilerinin iki, kimilerinin üç, kimilerinin dört kanadı, kimilerinin de bundan daha fazla kanadı vardır.

Melekler, Allah'ın ordularından birisidir. Bunlar şanı yüce Allah'ın izin vereceği ve hallerin gereğine uygun olarak eşya gibi ve cismani şekillere girebilme gücüne sahibtirler.

Melekler, Allah'a yakınlaştırılmış ve Allah tarafından kerim kılınmış varlıklardır. Erkeklik, dişilik vasıfları yoktur, evlenmezler ve nesilleri çoğalmaz. Yemezler, içmezler. Onların gıdaları tesbihtir, tehlildir. Bundan asla usanmaz ve buna ara vermezler, yorulmazlar, güzellik, haya ve düzenlilik gibi vasıflara sahibtirler.

Melekler yüce Allah'a itaat ve O'na isyan etmemek fıtratı üzere yaratılmış olmak bakımından insanlardan farklılık arzederler. Allah onları kendisine ibaret etmek, emirlerini yerine getirmek üzere yaratmıştır. Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyurmaktadır: "Rahman evlat edindi dediler. O bundan münezzehtir. Bilakis onlar mükerrem kullardır, sözleri ile O'nun önüne geçemezler. Onlar O'nun emri gereğince iş görürler. Onların önündekini de, arkalarındakini de bilir. O'nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler. Onlar korkusundan titrerler." (el-Enbiya, 21/26-28)

Melekler gece gündüz Allah'ı tesbih ederler. Semadaki Beyt-i Ma'mur'u tavaf ederler. Allah'tan korkarlar ve haşyet ile O'na ibadet ederler. Meleklerin pek çok çeşitleri vardır:

Kimileri arşı taşımakla, kimileri vahiy ile, kimileri dağlar ile görevlidirler. Kimileri cennetin, kimileri cehennem ateşinin bekçiliğini yaparlar. Kimileri kulların amelini tespit etmekle, kimileri mü'minlerin ruhlarını, kimileri kafirlerin ruhlarını kabzetmekle görevlidirler, kimileri de kula kabirde soru sormakla görevlidir. Onlardan mü'minlere mağfiret dileyen, onlara dua eden, mü'minleri seven kimseler olduğu gibi ilim meclislerine, zikir halkalarına tanık olup kanatlarıyla onları örtenler de vardır. Kimileri insanla beraber olur ve ondan ayrılmazlar, kimileri kulları hayırlı işler yapmaya çağırır, kimileri salih kimselerin cenazelerine katılır, kimileri mü'minlerin yanında savaşır ve Allah'ın düşmanları ile cihadlarında mü'minlere sebat verirler.

Salih kimseleri korumakla, onların sıkıntılarını gidermekle görevli olanlar olduğu gibi, kafirleri lanetlemek, üzerlerine azab indirmekle görevli olanları da vardır.

Melekler heykel yahut suret, yahut köpek ya da çan bulunan hiçbir eve girmezler. Ademoğullarının rahatsız olduğu şeylerden onlar da rahatsız olurlar.

Melekler pek çoktur, onlarını sayılarını yüce Allah'tan başka kimse bilemez. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Rabbinin ordularını O'ndan başka kimse bilemez ve O (cehennem) insanlar için ancak bir öğüttür." (el-Müddessir, 74/31)

Yüce Allah onları görmemizi engellemiştir. O bakımdan bizler onları yaratıldıkları şekillerle göremeyiz. Şu kadar var ki bazı kullarına üzerlerindeki perdeyi kaldırıp, onları göstermiştir. Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Cibril -aleyhisselam-'ı iki defa yüce Allah'ın kendisini yaratmış olduğu asli suretiyle görmüştür. İşte yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Arkadaşınız bir deli değildir. Andolsun ki o kendisini apaçık ufukta görmüştür." (et-Tekvîr, 81/22-23)

 

ÜÇÜNCÜ RÜKÜN KİTABLARA İMAN

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat yüce Allah'ın emir, yasak, vaad ve tehditlerini, Allah'ın kullarından istedikleri şeyleri ihtiva eden ve içlerinde hidayet ve nur bulunan bazı kitabları rasüllerine indirmiş olduğuna kesinlikle iman ederler. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O peygamber kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü'minler de. Onların her biri Allah'a, O'nun meleklerine, kitablarına, peygamberlerine inandı." (el-Bakara, 2/285)

Yüce Allah'ın kitablarını rasullerine insanları hidayete iletmek için indirmiş olduğuna da inanırlar. İşte yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Elif. Lam. Râ. Bu insanları Rablerinin izniyle, karanlıklardan nura, yegane galib, hamde layık olan (Allah)ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitabtır." (İbrahim,14/1)

Bu kitablar ise Kur'an, Tevrat, İncil, Zebur, İbrahim ve Musa'ya verilen sahifelerdir. Bunların en büyükleri ise Tevrat, İncil ve Kur'an'dır. Üçünün en büyüğü onların neshedicisi ve en faziletlileri ise Kur'an-ı Kerîm'dir. Kur'an dışındaki diğer kitabları yüce Allah indirdiğinde onları korumayı tekeffül etmemiştir. Onları korumayı insanlardan istemiştir. Fakat onlar bu kitabları koruyamadılar, bunlara hakkıyla riayet edemediler. O bakımdan bu kitablarda birtakım değişiklikler ve değiştirmeler olmuştur.

Kur'an-ı Kerîm alemlerin Rabbinin kelamı, O'nun apaçık kitabı, O'nun sapasağlam ipidir. Allah, ulu Rasulü Abdullah'ın oğlu Muhammed -sallallabu aleyhi ve sellem-'e ümmete bir anayasa olsun, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarsın, doğru yola ve sırat-ı müstakim'e iletsin diye indirmiştir.

Yüce Allah bu kitabta öncekilerin de, sonrakilerin de haberlerini, göklerin ve yerin yaratılışını açıkladığı gibi helal ve haramı etraflı bir şekilde beyan etmiş, edeb, ahlakın esaslarını, ibadet ve muamelata dair hükümleri, peygamberlerin ve salih kişilerin yaşayışlarını, mü'minlerle kafirlerin görecekleri karşılıkları açıklamış, mü'minlerin yurdu olan cennetin niteliklerini, kafirlerin yurdu olan cehennemin niteliklerini belirtmiştir. O bu kitabı kalblerde bulunan hastalıklara bir şifa, herşey için bir açıklama, mü'minler için de bir hidayet ve bir rahmet kılmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Ve Biz sana bu kitabı herşeyi açıklayan bir bidayet, bir rahmet ve müslümanlara bir müjde olmak üzere kısım kısım indirdik." (en-Nahl, 16/89)

Bütün ümmetin bu kitaba uymaları, Peygamber -sallallabu aleyhi ve sellem-'den sahih olarak gelmiş olan sünnet ile birlikte onun hükmünü kabul etmeleri gerekir. Çünkü yüce Allah Rasalünü hem bütün insanlara, hem de bütün cinlere kendilerine indirilenleri açıklasın diye göndermiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"İnsanlara kendilerine ne indirildiğini açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler diye sana da hu zikri indirdik." (en-Nahl, 16/44)

O bakımdan ehl-i sünnet ve'l-cemaat Kur'an-ı Kerîm'in harf ve manalarıyla Allah'ın kelamı olduğuna, O'ndan gelip O'na döneceğine, Allah tarafından indirilmiş olup, mahluk olmadığına, gerçek anlamıyla Allah'ın kelamı olduğuna, onu Cebrail'e ilka ettiğine, Cebrail'in de bunu Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e indirdiğine iman ederler. Bu kitabı hikmeti sonsuz (Hakîm), herşeyden haberdar (Habîr) olan yüce Allah apaçık bir Arapça ile indirmiş, bizlere herhangi bir şüphe ya da tereddüdün sözkonusu olmayacağı bir şekilde tevatür yoluyla nakledilegelmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak bu alemlerin Rabbinin indirdiğidir. Onu Ruhu'l-Emin indirdi. Uyarıcılardan olasın diye kalbin üzere; apaçık bir Arapça lisan ile..." (eş-Şuarâ, 26/192-195)

Kur'an-ı Kerîm kalblerde ezberlenir, dillerle okunur ve mushaflara da yazılır. Şanı yüce Allah da şöyle buyurmaktadır; "Aksine o, ilim verilmiş olanların göğüslerinde (hıfzedilmiş) apaçık ayetlerdir." (el- Ankebut, 29/49); "Şüphesiz o, oldukça şerefli bir Kur'an'dır. Korunan bir kitabtadır, ona ancak tam anlamı ile temizlenmiş kimseler el sürebilir. O alemlerin Rabbi tarafından indirilmedir." (el-Vâkıa, 56/77-80)

Kur'an-ı Kerîm, İslam Peygamberi Abdullah'ın oğlu Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'ın en büyük ve ebedi mucizesidir. Semavi kitabların sonuncusudur. Bu kitab ne neshedilir, ne değiştirilir. Yüce Allah her türlü tahrif, tebdil, fazlalık ya da eksikliğe karşı onu dünyadan kaldıracağı güne kadar -ki bu da kıyamet gününden az önce olacaktır- korumayı üzerine almıştır. İşte yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz Zikri biz indirdik ve onu koruyacak olanlar da elbette bizleriz." (el-Hicr, 15/9)

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat, Kur'an'dan bir harf inkar eden yahut ona bir harf ilave eden ya da eksilten kimsenin kafir olduğunu kabul ederler. Buna göre bizler Kur'an'ın ayetlerinden herbir ayetin Allah tarafından indirilmiş olduğuna ve bizlere kat'î tevatür yoluyla nakledile geldiğine kesinlikle iman ederiz.

Kur'an-ı Kerîm, Rasülullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e bir defada indirilmedi. Olaylara göre yahut bazı sorulara cevab olmak üzere ya da durumun gereğine uygun olarak 23 yıllık bir süre içerisinde kısım kısım indirilmiştir.

Kur'an-ı Kerîm 86'sı Mekke'de, 27'si Medine'de indirilmiş, toplam 114 sure ihtiva eder. Mekke'de indirilmiş surelere Mekkî Sureler, Medine'de indirilmiş surelere Medeni Sureler adı verilir. Kur'an-ı Kerîm'de Mukatta' Harfler diye bilinen harflerle başlamış 29 sure vardır.

Kur'an-ı Kerîm, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in döneminde, onun gözü önünde yazılmıştır. Çünkü ashab-ı kiram'ın en seçkinlerinden vahiy katibliğini yapan kimseler vardı.

Bunlar Kur'an'ın nazil olan herbir bölümünü Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in emri ile yazarlardı. Daha sonra Ebu Bekr -radıyallahu anh- döneminde mushaf olarak biraraya toplandı. Osman -radıyallahu anh- döneminde ise tek bir imla şekli üzere yazıldı. Allah onların hepsinden razı olsun.

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat Kur'an'ı öğretmeye, ezberlemeye, okumaya, tefsir etmeye ve gereğince amel etmeye çok önem verirler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bu, ayetlerini düşünsünler, tam akıl sahibleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz hayır ve bereketi bol bir kitabdır. " (Sad, 38/29)

Kur'an-ı Kerîm'i okuyarak yüce Allah'a ibadet ederler. Çünkü Kur'an-ı Kerîm'in herbir harfinin okunması karşılığında Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'ın şu buyruğunda haber verdiği üzere bir hasene verilir:

"Her kim Allah'ın kitabından bir harf okuyacak olursa, o kimseye onun karşılığında bir hasene vardır. Hasene ise on misli ile karşılık görür. Ben size "elif, lam, mim." bir harftir demiyorum. Elif bir harftir, lam bir harftir, mim de bir harftir."33

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat mücerred, kişisel görüşlere dayalı olarak Kur'an'ın tefsir edilmesini caiz kabul etmezler. Çünkü böyle bir tutum Allah hakkında bilgisizce söz söylemek türündendir. Bunun yerine kendilerince kitab ve sünnette sabit olmuş nasslar gereğince tefsir ederler. Bundan sonra ashab'ın görüşleri ile günümüze kadar onlara güzel bir şekilde uyanların görüşlerine başvururlar. Ayrıca genel şer'î ilkelerin çerçevesinde kalır, bu kuralların dışına çıkmazlar. Çünkü yüce Allah kendisi hakkında bilgisizce söz söylenmesini şu buyruğunda haram kılmıştır: "...Ve o (şeytan) Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder. " (el-Bakara, 2/169)

 

DÖRDÜNCÜ RÜKÜN PEYGAMBERLERE İMAN

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat yüce Allah'ın kullarına müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere, insanları hidayete iletmek ve karanlıklardan çıkartıp, nur'a ulaştırmak için hak dine davet eden rasuller, peygamberler gönderdiğine kesinlikle inanırlar.

Onların çağrıları toplumları şirk ve putperestlikten kurtarmak, çözülüş ve bozuluştan arındırmak içindi. Onlar risaletlerini tebliğ ettiler, üzerlerindeki emaneti eksiksiz yerine getirdiler, ümmetlerine samimiyetle öğüt verdiler. Allah yolunda gereği gibi cihad ettiler. Doğruluklarına kesin delil teşkil eden, apaçık göz kamaştırıcı mucizelerle34  geldiler. Onlardan bir tanesini olsun inkar eden, yüce Allah'ı ve bütün peygamberleri inkar etmiş olur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Şüphe yok ki Allah 'ı ve peygamberini inkar ederek kafir olanlar bir de Allah'la peygamberlerinin arasını ayırmak isteyenler ve: Kimine inanırız, kimini inkar ederiz diyenler, böylece bunun arasında bir yol tutmaya yeltenenler, işte onlar gerçek kafirlerin ta kendileridirler. Biz o kafirlere alçaltıcı bir azab hazırlamışızdır. Allah ve peygamberlerine iman edip, onlardan birini diğerinden ayırmayanlara ise ecirlerini verecektir. Allah bağışlayandır, çok merhamet edendir. " (en-Nisa, 4/150-152)

Yüce Allah o şerefli rasülleri göndermesindeki hikmeti de şöylece açıklamaktadır; "Müjdeleyici ve korkutucu, peygamberler olarak (gönderdik) ki, insanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah Azizdir, Hakimdir." (en- Nisa, 4/165)

Yüce Allah, pek çok rasul ve nebi göndermiştir. Bazılarının adlarını Kitabı'nda yahut Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- vasıtasıyla bize bildirmiş, bazılarınınkini de bildirmemiştir: "Andolsun ki biz her ümmet arasında: Allah'a ibadet edin ve tağut'tan kaçının diye bir peygamber göndermişizdir. " (en-Nahl, 16/36)

Kur'an-ı Kerîm'de isimleri zikredilen 25 rasul ve peygamber vardır. Bunların isimleri şöyledir: Adem, İdris, Nuh, Hûd, Salih, İbrahim, Lût, İsmail, İshak, Ya'kub, Yusuf, Eyyûb, Şuayb, Musa, Harun, Zülkifl, Yunus, Davûd, Süleyman, İlyas, Elyesa', Zekeriya, Yahya, İsa ve Muhammed. Esbat (Ya'kub -aleyhisselam-ın oğulları)nı da toplu olarak sözkonusu etmiştir. Hepsine Allah'ın salat ve selamları olsun.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki Biz, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan kiminin kıssalarını sana anlattık, kiminin de kıssalarını sana anlatmadık..." (el-Mu'min, 40/78)

Yüce Allah kimi peygamber ve rasülleri diğerlerine üstün kılmıştır. Ümmet icma ile rasüllerin nebilerden üstün olduğunu, bundan sonra da rasüllerin kendi aralarında fazilet farkının bulunduğunu, rasül ve peygamberlerin en faziletlilerinin ulu'l-azm diye bilinen Muhammed, Nuh, İbrahim, Musa ve İsa -Allah'ın salat ve selamları hepsine olsun- olduğunu kabul etmişlerdir.

Ulu'l-azm diye bilinenlerin en faziletlileri ise İslam'ın peygamberi, peygamberlerin ve rasüllerin sonuncusu, alemlerin Rabbinin son elçisi Abdullah oğlu Muhammed -Allah'ın salatı, selamı ona ve aile halkına olsun-dır. Şanı yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "Fakat o Allah'ın Rasülü ve peygamberlerin sonuncusudur. " (el-Ahzab, 33/40)

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat yüce Allah'ın ismen sözkonusu ettiklerine de, isimlerini zikretmediklerine de, ilkleri olan Adem -aleyhisselam-'dan itibaren, sonları, sonuncuları, en faziletlileri olan Peygamberimiz Muhammed b. Abdillah'a kadar hepsine iman ederler. Bütün rasüllere iman mücmel bir imandır. Peygamberimiz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'a ise tafsili bir iman ile inanılır. Bu mü'minlerin onun getirmiş olduğu hükümlerde etraflı bir şekilde ona uymalarını gerektiren bir imandır.

Rasûlullah Muhammed -sallahu aleyhi ve sellem-: Rasülullah'ın künyesi Ebu'l-Kasım, adı Muhammed'dir. Geriye doğru sırasıyla atalarının adı şöyledir: Abdullah, Abdu'l-Muttalib, Haşim, Abdu Menaf, Kusayy, Kilab, Murre, Ka'b, Luey, Ğalib, Fihr, Malik, Nadr, Kinane, Huzeyme, Müdrike, İlyas, Mudar, Nizar, Maad ve Adnan. Adnan, Allah'ın peygamberi İbrahim el-Halil'in oğlu. İsmail'in soyundan gelir. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- peygamberlerin (ne-bi'lerin) ve rasüllerin sonuncusudur. Allah'ın bütün insanlara gönderdiği rasülüdür. O Allah'ın bir kuludur, ona ibadet edilmez. Yalanlanması asla sözkonusu olmayan bir rasüldür, o bütün yaratılmışların en hayırlısıdır. En faziletlisi ve Allah nezdinde en değerlileridir. Derecesi en yüksek, yüce Allah'a da en yakın olanlarıdır.

O hak ve hidayet ile insanlara da, cinlere de gönderilmiş bir peygamberdir. Allah onu alemlere bir rahmet olmak üzere göndermiştir: "Biz seni ancak alemlere bir rahmet olarak gönderdik." (el-Enbiya, 21/107)

Ona kitabını indirmiş, dininin emini kılmış, risaletini tebliğ etmekle görevlendirmiştir. Bu risaleti tebliğ hususunda onu yanılmaktan, hataya düşmekten korumuştur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O, kendi hevasından bir söz söylemez. O bildirilen bir vahiyden başkası değildir." (en-Necm, 53/3-4)

Onun risaletine iman edip nübüvvetine şehadet getirmedikçe, hiçbir kulun imanı sahih olamaz. Ona itaat eden cennete girer, ona karşı gelip isyan eden cehenneme girer. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." (en-Nisa, 4/65)

Önceden herbir nebi (peygamber) özellikle kendi kavmine gönderilirken Muhammed - sallallabu aleyhi ve sellem- bütün insanlığa peygamber olarak gönderilmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Biz seni ancak bütün insanlar için müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdik." (Sebe',34/28)

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat yüce Allah'ın peygamberini apaçık mucizelerle, göz kamaştırıcı belgelerle desteklemiş olduğuna da iman ederler: Bu mucizelerden biri ve en büyüğü ümmetlerin en fasahatlisi, en beliği ve söz söyleme gücü en yüksek olanlarına karşı Allah'ın kendisi ile meydan okuduğu Kur'an-ı Kerîm'dir. Yüce Allah'ın kendisi ile peygamberini desteklemiş olduğu Kur'an'dan sonraki en büyük mucizelerden biri de İsra ve Miraç mucizesidir.

Ehl-i sünnet, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in uyanıklık halinde iken ruh ve bedeni ile birlikte semaya yükseltildiğine iman ederler. Bu ise İsra gecesinde gerçekleşmişti. Geceleyin Mescid-i Haram'dan, Mescid-i Aksa'ya götürüldüğü Kur'an-ı Kerîm'in nassı ile açıkça belirtilmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Kulunu geceleyin, Mescid-i Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren (Allah) münezzehtir. Ona ayetlerimizden bazısını gösterelim diye. Şüphesiz ki O işitendir, görendir." (el-İsra, 17/1)

Sonra Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- semaya yükseltilmiştir. Yedinci semaya kadar çıkmış, daha sonra da bundan öteye, şanı yüce Allah'ın dilediği yüksekliklere kadar çıkmıştır. Burası yanında Cennet-i Me'va'nın bulunduğu Sidre-i Münteha'dır.

Şanı yüce Allah ona verdiği vahiyler ile onu taltif etti, onunla konuştu. Gece ve gündüz boyunca kılınacak beş vakit namazı ona emretti. Cennete girdi, orayı gördü, cehennemi de gördü, melekleri de gördü. Cebrail'i de yüce Allah'ın yaratmış olduğu gerçek suretinde gördü. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in kalbi gördüklerini yalanlamadı, aksine başgözüyle gördüklerinin hepsi gerçeğin kendisi idi.

Bunlar Peygamber'e bir ta'zim, onu diğer peygamberlerden üstün bir şerefe nail etmek ve makamının herkesin makamının üstünde olduğunu açıkça ortaya koymak için olmuştur. Sonra Beytu'l-Makdis'e indi ve diğer peygamberlere imam olarak namaz kıldırdı. Daha sonra da tan yeri ağarmadan önce Mekke'ye geri döndü.35

Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki onu diğer bir iniş(in)de görmüştü. Sidretu'l-Münteha yanında, Cennetu'l-Me'vâda onun yanındadır. O vakit Sidre 'yi bürüyen bürüyordu. Göz başka yöne kaymadı ve aşmadı da. Andolsun ki Rabbinin büyük ayetlerinden görmüştür." Cen-Necm, 53/13-18)

 

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in diğer bazı mucizeleri:

Yüce Allah'ın peygamberine nubuvvetinin bir delili olmak üzere vermiş olduğu oldukça büyük mucizelerden birisi, İnşikak-ı Kamer (ay'ın yarılması) mucizesidir. Bu, müşrikler kendisinden bir mucize istemeleri üzerine Mekke'de gerçekleşmişti.

Yemeğin çoğaltılması. Bu da Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'ın defalarca gösterdiği bir mucizedir. Suyu çoğaltmak ve parmakları arasından suyun fışkırması, yemeğin tesbih etmesi. Bunlar da Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'ın çokça görülen mucizelerindendir. Hastaları iyileştirmek ve bazı ashab'ın maddî herhangi bir ilaç olmaksızın onun eli ile şifaya kavuşmaları.

Hayvanların ona karşı edebli ve saygılı davranmaları, ağaçların ona boyun eğmeleri, taşların ona selam vermeleri. Peygambere hainlik eden ve ona karşı inatlaşan bazı kimselerden acilen intikam alınması.

Gaybî hususları haber verdiği gibi, kendisinden uzak yerlerde meydana gelmiş birtakım olayları anında haber vermesi, henüz meydana gelmiş birtakım olayları bildirmesi, daha sonradan da onun haber verdiği şekilde bu olayların gerçekleşmesi. Genel olarak duasının kabul edilmesi. Yüce Allah'ın onu koruması ve düşmanlarının kendisine zarar vermesini önlemesi. Ebu Hureyre -radıyallahu anh-'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Ebu Cehil: Muhammed sizin aranızda yüzünü toprağa koyuyor (secde ediyor) mu? diye sordu. Ona: Evet, denilince, şöyle dedi: Lat ve Uzza'ya yemin ederim, eğer onun böyle yaptığını görecek olursam, hiç şüphesiz ya onun boynuna basarım yahut onun yüzünü toprağa bularım. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in namaz kıldığı bir sırada o da çıkageldi, onun boynuna basmak istedi ise de onun aniden elleriyle kendisini korumaya çalışarak, arkasını dönüp kaçmakta olduğunu gördüler. Ona: Sana ne oluyor? diye sorduklarında, şu cevabı verdi: Benimle onun arasında içi ateş dolu bir hendek ile çok dehşetli şeyler ve kanatlar vardı.

Bunun üzerine Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: "Eğer bana yaklaşmış olsaydı, melekler onu parça parça alırlardı." (Müslim.)

 

BEŞİNCİ RÜKÜN

AHİRET GÜNÜNE İMAN

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat ahiret gününe itikad eder ve inanırlar. Bunun anlamı da kıyamet gününe yüce Allah'ın kitabında, Rasülünün de (sünnetinde) ölümden sonrasından itibaren cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme gireceği zamana kadar meydana gelecek şeylere dair vermiş oldukları haberlerin tümüne ve kıyamet gününe tam tasdik ve eksiksiz inanmaktır.

Yüce Allah, kitab-ı kerîm'inde ahiret gününü vurgulu bir şekilde çokça sözkonusu etmiş, her yerde onu dile getirmeye önem vermiş, herbir münasebetle ona dikkat çekmiş, gerçekleşeceğini kesin ifadelerle vurgulamış, onu çokça hatırlatmış, ahiret gününe iman ile Allah'a iman etmeyi birbirine bağlı olarak zikretmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Onlar sana indirilene de senden önce indirilene de iman ederler. Onlar ahirete de şüphe etmeksizin inanırlar. " (el-Bakara, 2/4)

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat kıyametin kopma zamanının Allah tarafından bilindiğine, Allah'tan başka kimsenin onu bilmediğine inanırlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Saatin (kıyametin ne zaman kopacağının) ilmi muhakkak Allah'ın indindedir." (Lukman, 31/34)

Yüce Allah kıyametin kopuş zamanını kullanndan saklı tutmuş olmakla birlikte kopmasının artık yaklaştığına delalet eden birtakım emare, alamet ve şartlar kılmıştır. Ehl-i sünnet ve'l-cemaat ayrıca kıyametin kopacağının emareleri olan küçük ve büyük alametlerinin tümüne inanırlar. Çünkü bunlar da ahirete imanın kapsamı içerisindedirler.

Bunlar kıyametten oldukça uzun zaman önce ortaya çıkan alametlerdir. Bunlar alışılagelen türden olurlar. Kimileri de büyük alametlerle birlikte de ortaya çıkabilir. Kıyametin küçük alametleri oldukça çoktur. Bunlardan sahih olarak bilgisi ulaşanların bir bölümünü hatırlatalım:

Peygamberimiz Muhammed -sallallahu aleyhi vesellem-'in gönderilmesi, onunki nübüvvet ve risaletin sona ermesi, vefat etmesi, Beytu'l-Makdis'in fethedilmesi, fitnelerin ortaya çıkması, yahudi ve hristiyanlar gibi geçmiş ümmetlerin izinden gidilmesi, deccallerin ve peygamberlik iddiasında bulunanların ortaya çıkması.

Rasülullah, -sallallahu aleyhi ve sellem- hakkında hadis uydurulması, sünnetinin reddedilmesi, yalanın artması, haberlerin nakledilmesinde işin sağlam tutulmaması, ilmin kaldırılması ve küçük kimselerde ilim arama cihetine gidilmesi, cahillik ve fesadın ortaya çıkması, salihlerin gitmesi. İslam'ın ilmiklerinin tek tek çözülmesi, sair ümmetlerin Muhammed -sallallahu aleyhi ne sellem-'ın aleyhine birbirlerini çağırmaları, sonra da İslam'ın ve müslümanların garib olmaları.

Öldürmenin çoğalması, bela ve sıkıntıların çokluğundan ötürü ölümün temenni edilir hale gelmesi, kabirdekilere gıbta edilmesi, belaların şiddeti dolayısıyla kişinin ölmüş birisinin yerinde olmayı temenni etmesi, ani ölümlerin, zelzele ve hastalıklar dolayısıyla ölümlerin çoğalması, erkeklerin sayıca azalıp kadınların çoğalması, çıplakmış gibi giyinip çıkmaları, yollarda dahi zinanın yaygınlaşması, insanları sopalayan polis ve benzeri güçlerin zalimlere yardımcı olmaları.

Çalgıcılığın, içkinin, zinanın, faizin, ipek giyinmenin ortaya çıkması, bunların helal kabul edilmesi, yerin dibine geçen kara parçalannın, insanların suretlerinin değişmesinin ve iftiraların çıkması.

Emanete riayet edilmemesi, ehil olmayanların iş başına getirilmeleri, insanların ayak takımından olanlarının liderlik etmeleri, aşağılık kimselerin, hayırlı kimselerin üstune çıkmaları, cariyenin efendisini doğurması, yüksek bina yapmakla yarışılması, mescidlerin süslü püslü olmasıyla insanların öğünmeleri, putlara ibadet edilinceye ve ümmet arasında şirk ortaya çıkıncaya kadar zamanın değişikliğe uğraması.

Yalnızca tanıdık kimselere selam verilmesi, ticaretin çoğalması, çarşıların birbirine çok yakın olması, insanların ellerinde pekçok malın bulunmasına rağmen şükredilmemesi, çokça cimrilik gösterilmesi, yalan şahitliğin çoğalması, hak şahitliğin gizlenmesi, hayasızlığın ortaya çıkması, düşmanlıkların, nefretleşmelerin, kin tutmaların, akrabalık bağının kesilmesinin ve kötü komşuluk ilişkisinin baş göstermesi.

Zamanın yakınlaşması, zamanın bereketinin azalması, hilallerin kalın gözükmesi, kapkaranlık gece parçaları gibi fitnelerin ortaya çıkması, insanların birbirine yabancılaşması, İslam'ın teşvik ettiği sünnetlere aldırış edilmemesi, yaşlıların gençlere benzemeye çalışması.

Yırtıcı hayvanların, cansız varlıkların insanlarla konuşması, altından bir dağ arkasında Fırat'ın suyunun çekilmesi, mü'minin gördüğü rüyanın doğru çıkması.

Rasülullah -sallallahu aleyhi re sellem-'in Medine'si ise pislikleri dışarıya atan bir şehirdir. Orada yalnızca takva sahibi salih kimselerin kalması, Arab yarımadasının tekrar yemyeşil bahçelere ve ırmaklara dönüşmesi, insanların kendisine itaat edecekleri Kahtan kabilesinden bir kişinin ortaya çıkması.

Rumların çoğalması ve müslümanlarla savaşmaları, müslümanların taş ve ağaç: "Ey müslüman! İşte bir yahudi, gel onu öldur" diyecek şekilde yahudilerle savaşmaları (Buharî rivayet etmiştir.)

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat Allah ve Rasülünün haber vermiş olduğu, ölümden sonra ortaya çıkan bütün gaybî hadiselere de inanırlar: Ölüm sekeratı, ölüm meleklerinin hazır bulunması, mıü'minin Rabbine kavuşması dolayısıyla sevinmesi, ölüm esnasında şeytanın bulunması, ölüm esnasında kafirin imanının kabul edilmeyişi, Berzah alemi, kabir nimeti, azabı ve fitnesi (sorusu), meleklerin sorgulaması, şehidlerin Rableri nezdinde diri olup rızıklandırıldıkları, bahtiyar kimselerin ruhlarının nimet görüp, bedbaht kimselerin ruhlarının ise azab gördüklerine inanılması gibi. Ehl-i sünnet ve'l-cemaat ayrıca hayy ve kayyum olan Allah'ın, hayatı ve hayat sahihlerini yok edeceği büyük kıyametin gerçekleşeceği güne de iman ederler. Daha sonra yüce Allah kulları tekrar diriltecek, onları kabirlerinden kaldıracak, sonra da onları hesaba çekmek için huzurunda durduracaktır. Sur'a üfürülmesine de iman ederler. Sur'a iki defa üfürülecektir.

Birincisi; Alemin değişikliğe uğrayacağı ve düzeninin bozulacağı fez'a (korku ve dehşet) üfürüşüdür. Varlıkların yok olması ve baygın düşmeleri ile her şeyin helak olması bununla olacaktır.

İkincisi ise öldükten sonra dirilip kabirlerden kalkıp alemlerin Rabbinin huzuruna durulmak üzere gelinmesi için gerçekleştirilecek üfürüştür.

Öldükten sonra dirilişe, kabirlerden kalkmaya, yüce Allah'ın kabirdekileri dirilttiğine de iman ederler. İnsanlar alemlerin Rabbinin huzuruna çıplak, elbisesiz, sünnetsiz olarak kalkarlar. Güneş onlara oldukça yaklaşacak, kimisi ağzına kadar tere gömülecektir, ilk diriltilecek ve kendisi için yerin yarılarak üzerinden açılacağı ilk kişi Peygamberimiz Muhammed -sallallabu aleyhi ve sellem-'dır.

O dehşetli günde insanlar etrafa savrulan çekirgelermiş gibi tek bir anda kabirlerinden çıkacaklar, davetçiye doğru hızlıca koşacaklardır. Herbir hareket dinmiş olacak, korkunç sessizlik adeta herkesi kaplayacaktır. O sırada amel sahifeleri yayılacak, gizli saklı ne varsa açığa çıkaracak, üstü örtülü olan şeyler görünecek, kalblerde gizlenen şeyler açığa çıkacak. Kıyamet gününde yüce Allah arada bir tercüman bulunmaksızın kulları ile konuşacak, herkes kendisinin ve babasının ismiyle çağırılacak.

Kendisinde kulların amellerinin tartılacağı, iki kefesi bulunan Mizan'a, amel defterlerinin açılmasına, kimisinin kitabını sağ tarafından, kimisinin sol tarafından ya da sırtının arka tarafından alacağına da inanırlar.

Sırat ise cehennem üzerinde kurulmuş olacaktır. İyiler onun üzerinden geçecek, günahkarların ise ayağı kayacaktır.37

Cennet ile cehennem yaratılmışlardır, şu an da vardırlar, ebediyyen yok olmazlar. Cennet muvahhid ve takva sahibleri mü'minlerin yurdu, cehennem ise müşrik, yahudi, hristiyan, münafık, inkarcı, putperest ve kafirler ile günahkarların yurdudur. Günahkarların ateşinin sonu gelecektir, kafirlerin ateşi ise bitmeyecek, sonu gelmeyecektir. Cennet ebediyyen yok olmayacaktır. Allah her ikisini de mahlukattan önce yaratmıştır.

Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'ın ümmetinin kıyamet gününde hesaba çekilecek ilk ümmet olduğuna, cennete girecek ilk ümmet olduğuna, cennetliklerin yarısını onların teşkil edeceklerine, onlardan yetmişbin kişinin hesabsız olarak cennete gireceklerine de inanırlar.

Muvahhidlerin ebediyyen cehennemde kalmayacaklarına inanırlar. Bunlar ise Allah'a ortak koşmak dışında işlemiş oldukları birtakım masiyetler dolayısıyla, cehenneme girmiş olan kimselerdir. Çünkü cehennemden çıkmamak üzere, cehennemde ebedi kalacak olanlar müşriklerdir.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-ın Havz'ının kıyamet gününün Arasat'ında bulunacağına da inanırlar. Bu Havzin suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Kokusu miskten güzeldir, kablarının sayısı semadaki yıldızlar kadardır. Eni bir aylık, boyu bir aylık mesafedir. Ondan bir defa içen, bir daha ebediyyen susamayacaktır. Ancak din hakkında bid'atler ortaya koyanlar bundan mahrum edileceklerdir. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: "Benim havzım bir aylık mesafe kadardır. Suyu sütten beyazdır, kokusu miskten hoştur. Üzerindeki testiler semanın yıldızları gibidir, ondan bir defa içen bir daha ebediyyen susamaz." (Buhari)

Yine şöyle buyurmaktadır: "Sizden önce Havz'a gidecek olan ben olacağım. Benim yanıma gelecek olan ordan içer, ordan bir defa içen de ebediyyen susamayacaktır. Benim yanıma benim kendilerini tanıdığım, kendilerinin de beni tanıdıkları birtakım kimseler de gelecek, sonra benimle onlar arasına engel konulacaktır." Bir rivayette de şöyle denilmektedir:

"Ben; Onlar bendendir diyeceğim, bana: Sen, senden sonra neler uydurup, ortaya çıkardıklarını bilmiyorsun denilecek, bu sefer ben de: Benden sonra değişiklikler ortaya koyanlar benden uzak olsunlar, benden uzak olsunlar diyeceğim." (Buharî)

Peygamberimizin şefaatine ve Makam-ı Mahmud'un ona ait olduğuna da iman ederler. O hem Mevkıfte bulunan kimseler arasında hüküm verilmek üzere şefaat edecektir, hem de cennet ehlinin cennete girmeleri için şefaatte bulunacaktır. Rasülullah -sallallahu aleyhi ve sellem- da cennete girecek ilk kişidir. Amcası Ebu Talib'e de azabının hafifletilmesi için şefaatte bulunacaktır.

Bu üç şefaat Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'a mahsustur. Ondan başka hiçbir kimsenin bu tür bir şefaati yoktur.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'ın cennete girmiş ümmetinden bazı kimselerinin derecelerinin daha yüksek derecelere çıkartılması için de şefaati olacaktır. Cennete hesabsız girmiş, ümmetinden bir kesime de şefaatte bulunacaktır.

Yine O -sallallahu aleyhi ve sellem- iyilikleri ile kötülükleri birbirine eşit durumda olan kimselere cennete girmeleri için şefaatte bulunacağı gibi, cehenneme götürülmeleri emredilmiş daha başka kimselerin de oraya girmemeleri için şefaatte bulunacaktır.

Ümmetinden azabı haketmiş kimselere azablarının hafifletilmesi, muvahhid günahkarların cehennemden çıkartılması için de şefaat edecek ve onun şefaati ile cennete gireceklerdir.

Bu şefaatlerde ise melekler, peygamberler, şehidler, siddîklar, salihler ve mü'minler de onunla ortaktırlar. (Yani onların da bu türden şefaatleri olacaktır.) Sonra yüce Allah cehennem ateşinden herhangi bir şefaat ile değil de kendi lütuf ve rahmeti ile birtakım kimseleri de çıkartacaktır. Kafirler için ise şefaat sözkonusu olmayacaktır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Artık şefaat edenlerin şefaati onlara fayda vermez. " (el-Müddessir, 74/48)38

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'ın şu buyruğunda da belirttiği üzere kıyamet gününde mü'minin ameli de kendisine şefaat edecektir: "Oruç ve Kuran kıyamet gününde kula şefaat edeceklerdir."39

Kıyamet gününde ölüm getirilecek ve Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'ın şu buyruğunda haber verdiği üzere boğazlanacaktır:

"Cennet ehli cennete, cehennemlikler de cehenneme girdikten sonra ölüm getirilecek, ve nihayet cennet ile cehennem arasında bırakılacaktır, sonra da kesilecektir. Daha sonra bir münadi şöyle seslenecektir: Ey cennetlikler! Artık ölüm yoktur ve ey cehennemlikler artık ölüm yoktur. Bunun üzerine cennetliklerin sevinçlerine sevinç katılır, cehennemliklerin kederlerine de keder katılır. " (Müslim)

 

ALTINCI RÜKÜN KADERE İMAN

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat her hayır ve şerrin Allah'ın kaza ve kaderi ile meydana geldiğine, Allah'ın dilediği her şeyi yaptığına kesin olarak inanırlar. Herşey O'nun iradesi iledir. Hiçbir şey O'nun meşîet (dilemesi) ve tedbiri dışına çıkamaz. O olmuş ve olacak herşeyi olmadan önce ezelden beri bilir. Ezeli ilminin gereğine ve hikmetine uygun olarak meydana gelecek bütün kainat için kaderler ve miktarlar tayin etmiş, kullarının hallerini, rızıklarını, ecellerini, amellerini ve daha başka diğer hallerini bilmiştir. Meydana gelen herbir yeni şey O'nun ilim, kudret ve iradesi ile meydana gelir. Kadere iman özetle: Ebede kadar meydana gelecek olan herşeye dair Allah'ın ezelî bilgisi ile Kalemin bunları yazdığına inanmaktır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Bu önce geçenlerde Allah 'ın geçerli kıldığı sünnetidir. Allah'ın emri mutlaka yerini bulan bir kaderdir." (el-Ahzah, 33/38); "Çünkü biz herşeyi bir takdir ile yarattık." (el-Kamer,54/49)

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse kadere hayrı ile şerri ile Allah'tan geldiğine iman etmedikçe, kendisine gelip isabet eden bir şeyin gelip çatmamasının imkansız olduğunu ve kendisini gelip bulmayan bir şeyin kendisine isabet etmesinin de imkansız olduğunu kesinlikle bilmedikçe hiçbir kul iman etmiş olmaz."40

Ehl-i sünnet derler ki: Kadere iman ancak dört husus ile tamam olur. Bunlara da kaderin mertebeleri ya da esasları adı verilir. Bu hususlar kader meselesini anlamanın yoludur.

Kadere iman ise, bütün esasları gerçekleştirilmedikçe tamam olamaz. Çünkü bunların bir kısmı diğerine bağlıdır. Bunların hepsini kabul eden bir kimsenin kadere imanı tamam olur.

Bunlardan birisini yahut daha fazlasını eksik bırakanın ise kadere imanında sarsıntı meydana gelir.

Birinci Mertebe: İlim:

Yüce Allah'ın olmuş ve olacak, olmamış şeyler eğer olacak olsa nasıl olacaklarını, geneliyle ve bütün incelikleriyle bildiğine iman etmektir. O kulların neler yapacaklarını, onları yaratmadan önce bildiği gibi, onların rızıklarının, ecellerinin, amellerinin, hareket ya da hareketsizliklerinin inceliklerini de bilendir. Onlardan kimin mutlu, kimin bedbaht olduğunu da bilendir. O bütün bunları ezelden beri, sıfatı olan kadim ilmiyle bilir. Yüce Allah: "Şüphesiz Allah herşeyi çok iyi bilendir." (et-Tevhe, 9/115) diye buyurmaktadır.

İkinci Mertebe: Yazmak:

Bu da yüce Allah'ın mahlukatın kaderleri ile ilgili olarak ezelden bildiğini Levh-i mahfuz'da yazmış olduğuna iman etmektir. Levh-i mahfuz ise hiçbir şeyin eksik bırakılmaksızın tamamıyle yazıldığı kitabtır. Meydana gelmiş, gelecek ve kıyamet gününe kadar olacak herşey yüce Allah'ın nezdinde Ümmü'l-kitab'ta yazılmıştır. Buna ez-Zikr, el-İmam, el- Kitabu'l-mübin adları da verilir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz berşeyi İmam-ı mübin'de (önder kitabta) tesbit etmişizdir." (Yasin, 36/12)

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'da şöyle buyurmuştur: "Allah'ın ilk yarattığı şey kalemdir. Ona: Yaz diye buyurdu. O, ne yazayım? diye sorunca, kaderi yaz, olanı ve ebediyete kadar olacak olanı yaz diye buyurdu."41

Üçüncü Mertebe: İrade ve Meşîet (Dileme):

Yani bu kainatta meydana gelen herbir şey rahmet ve hikmet özellikleri ile Allah'ın irade ve meşîeti ile meydana gelir. O dilediğini rahmetiyle hidayete iletir, dilediğini hikmeti ile saptırır. Hikmet ve egemenliği eksiksiz olduğundan dolayı, yaptıkları hakkında O'na soru sorulmaz, ancak yaratılmışlara sorulur. Bu kabilden meydana gelen herbir şey Allah'ın Levh-i mahfuz'da yazılı ve ezelî ilmine uygundur. Allah'ın meşieti gerçekleşir, kudreti de herşeyi kapsar. O'nun dilediği olur, dilemediği olmaz. Hiçbir şey O'nun iradesi dışında değildir.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe de siz dileyemezsiniz." (et-Tekvîr, 81/29)

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- da şöyle buyurmuştur: "Bütün Ademoğullarının kalbleri Rahman'ın parmaklarının ikisi arasında, dilediği gibi evirip çevirdiği tek bir kalb gibidir. " (Müslim)

Dördüncü Mertebe: Yaratmak:

Yüce Allah'ın herşeyin yaratıcısı olduğuna inanmaktır. O'ndan başka bir yaratıcı, O'nun dışında bir Rab yoktur. O'nun dışında her ne varsa yaratılmıştır. O, amelde bulunan herkesi ve onun amelini, hareket eden herbir varlığı ve hareketini yaratandır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Herşeyi yaratıp onu inceden inceye takdir ve tayin etmiştir." (el-Furkan,25/2)

Hayır ve şer türünden iman ve küfür, itaat ve masiyet kabilinden meydana gelen her bir şeyi Allah dilemiştir, takdir etmiştir ve yaratmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın izni olmadan hiçbir kimsenin iman etmesi mümkün değildir." (Yunus, 10/100); "De ki: Allah'ın bizim, için yazdığından başkası asla bize isabet etmez." (et-Tevbe, 9/51)

Yüce Allah tek başına yaratıp var edendir. O, istisnasız herşeyin yaratıcısıdır, O'ndan başka bir yaratıcı, O'nun dışında bir Rab yoktur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Allah herşeyin yaratıcısıdır. O herşeye vekildir." (ez-Zümer, 39/62)

Yüce Allah itaati sever ve masiyetten hoşlanmaz. Dilediği kimseyi lütfuyla hidayete iletir, dilediği kimseyi de adaletiyle saptırır. Nitekim şöyle buyurmaktadır: "Eğer kafir olursanız, şüphesiz Allah size muhtaç değildir. Bununla birlikte O kullarının kafir olmalarına razı olmaz.

Eğer şükür ederseniz, faydanız için, ondan razı olur. Günah taşıyan hiçbir kimse başkasının günah yükünü yüklenmez." (ez-Zümer, 39/7)

Allah'ın saptırdığı kimsenin ileri sürecek herhangi bir delili ya da bir mazereti yoktur.

Çünkü yüce Allah ileri sürülecek bir bahane kalmasın diye peygamberler göndermiş ve kulun işlediği ameli ona izafe ederek, bunu kulun kesbi (kazancı) olarak takdir etmiş ve ancak gücünün yettiği şeylerle onu yükümlü tutmuştur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır; "Bugünde herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün zulmetmek yoktur." (el-Mu'min, 40/17);

"Gerçekten Biz, ona yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör (bir kafir olsun)." (el- İnsan, 76/30); "Müjdeleyici ve korkutucu peygamberler olarak (gönderdik) ki insanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın." (en-Nisa, 4/165); "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez." (el-Bakara, 2/286)

Fakat yüce Allah'ın rahmetinin kemali dolayısıyla şer O'na nisbet edilmez. Çünkü O hayrı emretmiş olmakla birlikte şerri yasaklamıştır. Şer ancak O'nun takdiri ve hikmeti ile meydana gelir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Sana gelen her fenalık da kendindendir." (en-Nisa, 4/79) Yüce Allah zulümden münezzehtir, O adalet sıfatına sahibtir. Kimseye zerre ağırlığı kadar dahi zulmetmez. O'nun bütün fiilleri adalettir ve rahmettir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Ben kullara asla zulmedici değilim." (Kaf, 50/29); "Rabbin kimseye zulmetmez." (el- Kehf, 18/49); "Muhakkak Allah zerre ağırlığı kadar dahi zulmetmez. " (en-Nisa, 4/40)

Ayrıca yüce Allah'a yaptıklarından ve dilediklerinden dolayı soru sorulmaz. Çünkü O şöyle buyurmaktadır: "O işlediklerinden sorumlu tutulmaz. Halbuki onlara sorulur." (el-Enbiya,21/23)

O halde insanı ve fiillerini yaratan yüce Allah'tır. Ona bir irade, bir kudret, bir tercih ve bir dileme gücü vermiştir. Yüce Allah bunu mecazi anlamıyla değil de gerçek anlamıyla fiillerini yapan kendisi olsun diye insana bağışlamıştır. Sonra da ona hayır ile şerri birbirinden ayırdedecek bir akıl vermiş, ancak irade ve tercihi ile yaptığı amelleri dolayısı ile hesaba çekecektir. İnsan mecbur değildir, aksine onun kendi iradesi ve tercihi vardır. Bunlarla

fiilerini ve inançlarını tercih eder. Şu kadarı var ki meşiîeti itibariyle Allah'ın meşîetine tabidir. Allah'ın dilediği herşey olur, dilemediği hiçbir şey olmaz. Kulların fiillerini yaratan yüce Allah'tır. O fiilleri işleyen de kullardır. O halde bu fiiler yaratılmaları, var edilmeleri ve takdir edilmeleri itibari ile Allah'tan, fiil ve kazanım olmaları itibariyle de kula aittirler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"O ancak alemlere bir öğüttür, aranızdan dosdoğru yolda gitmek isteyenlere. Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe de siz dileyemezsiniz. " (et-Tekvir; 81/28-29)

Yüce Allah kaderi delil göstererek: "Allah dileseydi biz de, babalarımız da ortak koşmazdık. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık." diyen müşriklerin söylediklerini kabul etmeyerek, devamında şu buyruklarıyla onların yalanlarını reddetmektedir: "De ki:

Yanınızda bize çıkartıp gösterebileceğiniz, herhangi bir bilgi var mı? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve siz yalnızca yalan uyduruyorsunuz. " (el-En'am, 6/148)

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat kaderin Allah'ın yarattıklarındaki bir sırrı olduğuna inanırlar. Ona ne mukarrab bir melek, ne mürsel bir peygamber muttali değildir. Bu hususta çokça derine dalmak ve uzun boylu düşünmek sapıklıktır. Çünkü yüce Allah kader bilgisini yarattıklarından saklı tutmuş ve onun nihai maksadını bilmeye kalkışmalarını yasaklamıştır. Yüce Allah: "O işlediklerinden sorumlu tutulmaz. Halbuki onlara sorulur." (el-Enbiya, 21/23)

diye buyurmaktadır.

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat kendilerine muhalefet eden sapık fırkalara yüce Allah'ın şu buyruğu ile hitab eder ve delil gösterirler: "De ki: Hepsi Allah'tandır. Böyle iken bunlara ne oluyor ki hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?" (en-Nisa, 4/78)

İşte ashab, tabiîn ve kıyamet gününe kadar onlara güzel bir şekilde uyan selef-i salih'in iman ettikleri hususlar bunlardır. Yüce Allah hepsinden razı olsun.

 

Selef-i Salihîn (EHL-İ SÜNNET VE'L-CEMAAT) AKİDESİ - Ebu Muhammed - Abdullah b. Abdu'l-Hamid b. Abdu'l-Mecid el-Eserî

 

 

----------------------------------------------------------

 

9  Bk. Lisanu'l-Arab, Muhtaru's-Sıhah, el-Kamusu'l-Muhît gibi sözlükler "sin, nûn, nûn" maddeleri.

10  el-Elbanî, Sahihu Sünen-i Ebi Davud.

11  Bk. Lisanu'l-Arab, Muhtaru's-Sıhah, El-Kamusu'l-Muhît gibi sözlükler "cim, mim, ayn" maddesi.

12  el-Elbanî, Sahih-u Sünen-i Ebi Davud.

13  İmam Ahmed, Müsned'inde rivayet etmiş olup, el-Elbanî, İbn Ebi Âsım'ın es-Sünne adlı eserinde (ilgili notunda) sahih olduğunu belirtmiştir.

14  el-Lâlekâî, Şerhu Usuli İ'tikadi Ehl-i Sünneti Ve'l-Cemaa adlı eserinde rivayet etmiştir.

15  Bk. İbn Kesir, Tefsir, I, 390

16  Geniş bilgi için bk. Dr. Nasır Abdu'l-Kerim el-Akl, Mefhumu Ehl-i Sünneti ve'l-Cemaati inde Ehl-i Sünneti ve'l-Cemaati adlı

eseri. Gerçekten de konuyu hakkıyla incelemiş, güzel ve faydalı bir şekilde ele almıştır. Allah'tan onu hayırlarıyla mükafatlandırmasını dileriz. Ayrıca bk. Muhammed Abdu'l-Hadî el-Mısrî, Meâlimu'l-İntilâkati'l-Kübra inde Ehli's-Sünneti ve'l- Cemaa, Ahmed Ferit, Hasaisu Ehl-i Sünne adlı eserleri.

17  Bu konuda geniş bilgi için bk. İmam İbn Batta el-Ukberî, el-İbane adlı eserin mukaddimesi. Konu ile ilgili oldukça güzel açıklamalar vardır. Sözü geçen mukaddimeyi kitabın muhakkiki Dr. Rıda b. Nasan Mu'tî hazırlamıştır. Ayrıca bk. Dr. Nasır b.

Abdu'l-Kerim el-Akl, Mebabisu fi Akideti Ehl-i Sünnet-i ve'l-Cemaa ve Mevkıfuı'l-Harekati'l-İslamiyyeti'l-Muasireti minbâ adlı

eserin: Min Hasaisi'l-Akideti'l-İslamiyeti ve Etbaına adlı bölüm s. 29.

İşte buradan bizler şunu da öğreniyoruz ki: "Selefilik belli bir dönemin aşamasıdır. İslami bir mezheb değildir... diyenlerin iddiaları doğru olamaz. Çünkü selef mezhebi: Güzel liderlik ve kendisine uyulan sağlıklı yöntem gibi iki büyük temeli ihtiva etmektedir.

Önderler ashab, tabiîn ve güzel bir şekilde onlara uyan etbau't-tabiînden ibaret üç nesildir.

Yöntem ise itikadı anlamak, delillendirmek, takrir, ilim, iman ve şeriatın bütün yönlerinde çağlar boyunca izlenen yoldur. Bununla açıkça ortaya çıkmaktadır ki: Selefilik vasfı bu vasfı alan herkes için bir övgüdür. Hem önderlik bakımından, hem yöntem bakımından. Çünkü bu konuda onun salih bir geçmişleri (selef-i salihleri) vardır. Onlar da peygamberinin

tanıklığıyla bu ümmetin hayırlılarıdır. Bu vasfın delalet ettiği itikad ve ameli zahiren ve batınan gerçekleştirmeden bu vasfa sahih olmaya gelince, bunda herhangi bir övülecek taraf olamaz. Çünkü asıl muteber olan lafzi ıstılahlar değil, anlamlardır.

18  İlhad: Haktan meyletmek ve sapmak demektir. Ta'tîl, tahrif, keyfiyetlendirme, temsîl (örneklendirme) ve teşbîh

(benzetme) de bunun kapsamına girer.

19  Allah'ın zatının yahut sıfatlarının nasıl olduğunun tahayyül edilmesi asla caiz değildir. Çünkü hatıra gelen yahut zihinde canlanan herbir şeyden yüce Allah daha büyük ve daha azametlidir.

20  Arşın üzerine istiva ve uluvv (yücelik) iki ayrı sıfattır. Şanı yüce Allah hakkında O'nun celaline yakışır bir şekilde bu sıfatları kabul ederiz. Selef'e göre istiva lafzının açıklaması "karar bulmak, üstüne çıkmak, üzerine çıkmak ve yükselmek"

demektir. Selef bunu bu kelimelerle açıklarlar, fakat bundan ileriye gitmez ve buna bir şey ilave etmezler. Selefin bu

kelimeye getirdiği yorumlar arasında "istila etti yahut malik oldu yahut galib geldi ve kahretti" anlamları yoktur. İstiva'nin Arab dilinde ne demek olduğu bilinen bir şeydir. Bu da yüksek oluş ve yükseğe çıkmak demektir. Sahih-i Buharî'de olduğu gibi.

Keyfiyet ise meçhuldür, onu Allah'tan başkası bilemez. Buna iman etmek ise vacibtir, çünkü bu konuda deliller sabittir. Bu hususta soru sormak bid'attir, çünkü istiva'nın keyfiyetini yüce Allah'tan başkası bilemez.

21  Bu ayet-i kerîmeler sırasıyla şunlardır: el-A'raf. 7/54; Yunus, 10/3; er-Râd, 13/2; Tâ-hâ, 20/5; el-Furkan, 25/59; es- Secde, 32/4; el-Hadid. 57/4.

22  İmam İshak b. Rahaveyh -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- bu ayet hakkında şunları söylemektedir; "İlim ehlinin icmaına göre O arşa istiva etmiştir. Yedinci yerin en dibindeki herşeyi de bilir." Bunu İmam ez-Zehebî, el-Uluvv li'l-Alivvi'l-Gaffar

adlı eserinde rivayet etmiştir.

23  İmam Beğavî, Şerhu's-Sünne'de rivayet etmiştir.

24  İmam Lalekaî, Şerhu Usuli İ'tikadi Ehli Sünneti ve'l-Cemaa'da rivayet etmiştir.

25  Bk. İbn Kudame el-Makdisî, Lumatu'l-İ'tikadi'l-Hadi ile Sebili'r-Reşad.

26  İmam Begavî, Şerhu's-Sunne'de rivayet etmiştir.

27  Beğavî, Şerhu's-Sünne'de rivayet etmiştir.

28  Bunu Beğavî, Şerhu's-Sünne'de rivayet etmiştir.

29  Bk. Şerhu 'l-Akideti't-Tahaviye.

30  Bk. Şerhu 'l-Akideti't-Tahaviye.

31  İmam ez-Zehebî, el-Uluvv li'l-Alivvi'l-Ğaffar'da rivayet etmiştir.

32  İmam Beğavî, Şerhu's-Sünne'de rivayet etmiştir.

33  el-Elbanî, Sahihu Süneni't-Tirmizî.

34  Mucize, yüce Allah'ın peygamber vasıtası ile iddiasına uygun olarak ve onu tasdik etmek üzere ortaya çıkardığı

olağanüstü bir iştir. Mucizenin meydana gelmesi imkan çerçevesindedir. Çünkü sebebleri de, sonuçları da yaratan Allah, onların düzenini bozmaya da kadirdir ve bunun sonucunda sonuçlar daha önceki sebeblere boyun eğmeyebilir. Hiçbir sınır tanımayan yüce Allah'ın kudretine göre bunda hayret edilecek ve garib kaçacak bir taraf yoktur. Çünkü o dilediğini göz açıp kapatmaktan da daha büyük bir hızla yapandır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O bir şeyi diledi mi ona emri sadece ol demesidir, o da oluverir. " (Yasîn, 36/82)

35  Buharî ve Müslim'de ve diğer sünen ve müsned hadis kitablarında bu mübarek gecede meydana gelmiş olayların tafsilatına dair bilgiler yer almaktadır. Bunların dışındaki kitaplarda zikredilen İsra ve Miraç hakkındaki bilgileri dikkatle

okumak gerekir. Çünkü bu konuda birçok aslı olmayan, yalan-yalış kıssalar anlatılmaktadır.

37  Sırat, cennete gideceklerin üzerinden geçecekleri köprüdür. İnsanlar amellerine göre Sırat'ın üzerinden geçeceklerdir. Kimisi bir göz açıp kırpar gibi, kimisi şimşek gibi, kimisi rahat esen rüzgar gibi, kimisi asil bir at gibi, kimisi binek devesi

gibi, kimisi koşarak, kimisi yürüyerek, kimisi sürünerek geçecektir. Onlardan kimileri kancalarla yakalanıp, cehenneme

atılacaktır. Herkes ameline göre oradan geçecektir; ta ki günahlarından ve kirlerinden temizlensin. Sırat'ı geçebilen kimse cennete girmeye hazır olur. Sırat'ı geçtikleri takdirde cennet ile cehennem arasındaki bir köprüde durdurulurlar ve birinin diğerindeki hakkı kısas yolu ile alınır, Nihayet tertemiz edilip, arındırıldıktan sonra cennete girmek üzere kendilerine izin verilecektir.

38  Bu şefaat için iki şart vardır: Birincisi yüce Allah'ın bu şefaate dair izin vermesidir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onun izni olmaksızın nezdinde kim şefaat edebilir." (el-Bakara, 2/255)

İkincisi ise yüce Allah'ın hem şefaatte bulunacak olandan, hem de kendisine şefaat olunacak olandan razı olması. Çünkü

yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler." (el-Enhiya, 21/28)

39  Bk. el-Elbanî, Sahîhu'l-Cami'i's-Sağîr, no: 3882

40  el-Elbanî, Sahih-u Süneni't-Tirmizî.

41  el-Elbanî, Sahih-u Süneni't-Tirmizî.

Kuran-ı Kerim Radyosu
 
Kuran-ı Kerim Radyosu

Hadis Köşesi
 
Dua Köşesi
 
Namaz Vakitleri
 








PEYGAMBERLER TARİHİ
www.dostyurdu.com

 

TARİHTE BUGÜN
Sitene Tarihte Bugün

 
Bugün 48 ziyaretçi (55 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol